Search Travelogueress

Friday, 10 May 2013

Los Angeles, Kaliforniya


23/12/2012, Pazar, Beverly Hills

Beverly Hills’de ilk durağımız kiraladığımız dairede yemek hazırlayabilmek için süpermarket oldu. Burada gördüğüm tüm kadınların burnu estetikliydi. Hepsinin de aynı burnu vardı. Birkaç adamın da yüzü estetikliydi.

Palm Springs’den Los Angeles’a doğru yol alırken, F.’ın anaokulu öğretmenini ziyaret etmek için Upland isimli kasabaya uğradık. F’ın öğretmeni onu ziyaret etmemizden dolayı çok mutlu oldu tabii. L.’ya da ilgi büyüktü. Ancak öğretmenin eşi, evinde misafir olmasına rağmen TV odasına gidip maç izledi. Görgü kurallarından yoksun bir adam belli.

Canım yavrum L. arabada seyahate iyice alıştı gibi. Tabii kendisini sürekli eğledirmek ve meşgul tutmak gerekiyor. Ama genel olarak yavrum çok olgun ve sevimli. Özellikle yeni insanlarla tanışmaktan ve ilgi görmekten çok hoşlanıyor. Kendi kendine konuşuyor ya da sohbete giriyor bebek lisanıyla. Allah nazarlardan korusun. Üçümüz de hala jetlag yaşıyoruz. L. bazı geceler 1-2 saatte bir uyanıyor. Sabah 5 oldu mu uykusu tamamen bitmiş oluyor. Böylece günümüze erken başlıyoruz. Akşam 8 oldu mu da gözlerimizi açık tutmak mümkün olmuyor. L.’cığımın öksürüğü var ama. Londra’dan beri var gerçi ama burada arttı, bir türlü geçmiyor. Bir de hiç düzgün sıcak/pişmiş yemek yemiyor. Sırf kuru, ara öğün sayılabilecek şeyler yiyor biraz. Yeterli besin alamamasından endişeliyim hep.

….

Beverly Hills’de bir daire kiraladık birkaç günlüğüne. Özellikle bebekliyken otelden çok daha ucuz ve rahat oluyor. 
350 N. Crescent, Unit 101. Oldukça hoş bir daire ve yeri harika. Tam Beverly Hills’in ortası. Ancak LA ve buralar hiç filmlerde gösterildiği gibi değil. LA oldukça çirkin, tehlikeli bir şehir aslında. Sadece bugünlük gördüğüm Beverly Hills de öyle çok özel bir yer değil. Londra ve Paris’te çok daha şık mahalleler var.

Akşam misafir bile ağırladık. F.’ın liseden arkadaşları eşleriyle geldiler. L. tabii yeni insanlar ve ilgi görmekten yine çok mutlu oldu.

24/12/2012, Pazartesi, Beverly Hills, CA
Güne bulutlu ve hatta sağnak yağışla başlayınca bir nevi mutlu oldum. Amerika’ya geldiğimizden beri yaşanan kuru hava cildimizi, gözlerimizi ve burnumuzu mahvetti. Burnum her gün kanıyor. Biraz nemli hava iyi geldi. Bu hava koşulları içinde kiraladığımız araba ile Beverly Hills tepe ve yokuşlarını gezdik, villaları, küçük sarayları gördük, Sunset Boulevard, Rodeo Drive, Mulholland Drive gibi meşhur yollardan geçtik.
Buralar bir nevi Boğaz sırtlarını andırıyor. Tabii evler ve yollar daha büyük ve düzenli. Alan daha geniş.  
Burada aslında en çok hoşuma giden doğa oldu. Palmiye ağaçlarının ve diğer yeşilliğin özellikle yağmur altındaki yoğunluğu bende tropik bir izlenim bıraktı. Kendimi Brezilya’da zannettim yer yer. Doğu Amerika’dan çok farklı buranın doğası.

Saatler ilerledikçe hava da düzeldi ve güneş yine yüzünü gösterdi. Şehir merkezine indik. Bu tehlikeli, çirkin ve görmeye gitmeye değmeyen berbat şehirde tek güzel bina Walt Disney Konser Holü. 
O da yeni inşa edilmiş zaten. Mimar Gehry’nin başarılı bir eseri. Noel arifesi olduğu için kilitlenmesiyle meşhur Los Angeles trafiğini hiç yaşamadan Hollywood Bulvarı’na gittik. Buradan çok büyük beklentilerim olmamasına rağmen, bu caddenin ve mahallenin ruhu beni çok rahatsız etti. 
Burası zoraki bir cadde. Yalnız ve üzgün. Turist avcıları tarafından kandırılıp, zorla bir CD satılmam da cabası oldu. Hani LA’a gelmişken (ki LA’a gelmeye hiç gerek yok) gidelim denilen bir yer ama hiç gidilmese de olur. Evsiz, alkolik ve aklını kaybetmişlerin çokluğu da buranın üzgün havasını daha da karartıyor.

Öğle yemeği için Farmer’s Market’a gittik. Fena değildi ancak L. ağladığı için pek rahat yemek kararı verip, yiyip, dolaşamadık. Trafiğin bir daha rastlanmaz rahatlığından faydalanarak, nezih mahalleler olan Westwood, Wilshire’dan geçerek muazzam büyüklükteki UCLA kampüsünü gezdik. Bu bölgelerde tekrar gözümüz gönlümüz açıldı. Şehir merkezi ve Hollywood’da içimiz iyice kararmıştı. Bel-Air’i de gezdikten sonra Istanbul’da Nişantaşı ve Londra’da Sloan Street ya da Mayfair’e denk Wilshire Bulvarı’ndan geçtikten sonra kaldığımız binanın önünde F’in lise arkadaşlarıyla buluştuk. Onlar bizi akşam yemeği için trafiksiz 15 dakika mesafedeki Santa Monica’ya götürdüler.

Yol üzerinde Sony/ATV’nin ofis binasını gördüm. Santa Monica da hoş bir bölge. Bir nevi Istanbul’un Istiklal Caddesi (Beyoğlu), Londra’nın Oxford Street’i gibi. Bu uzun günün ardından, hatta Amerika’ya geldiğimiz günden beri 15 aylık bir bebekle yaptığımız gezi, uzun araba yolculukları, üçümüz için de geçmek bilmeyen jetlag yüzünden çok yorgunuz. F. hasta oldu. L.’nın öksürüğü hiç geçmiyor ve beni korkutuyor. Benim de aşırı yorgunluğum ötesinde hafızamın zayıfladığını farkediyor olmam (mesela aynı soruları tekrar tekrar sormam) beni korkutmaya başladı. Üçümüz de uykumuzu tam alsak, iyileşşek ve bu gezide dinlensek keşke.

25/12/2012, Salı, Beverly Hills, CA

Bugün F’le Bangladeş düğünümüzün 5inci yıldönümü.

Bu sabah hazırlanırken, Michael’la gerçekten yüzyüze gelip, konuşacakmışım gibi telaşlıydım. Sürdüğüm deodorantı beğenmedim, yıkadım durdum, başka kokular denedim. Kıyafetimin mükemmel olmasını istedim. L. uyutmadığı için yetersiz uykudan ve ilerleyen yaştan dolayı yüz altımdaki lekeleri ve derin çizgileri makyajla yok edememeyi dert ettim.

Bugün Noel olduğu ve her yer kapalı olduğu için önceden almak istediğim ayçiçeklerini alamadım (Michael’ın en sevdiği çiçekler). Forest Lawn mezarlığı girişinde çiçekçiden bir buket ayçiçeğini andıran gerberalar bulabildim neyseki. Michael’ın bulunduğu Holy Terrace binasının girişindeki güvenlik görevlisi bu bölümün şahsa özel olduğunu, içeri girmenin yasak olduğunu ve ancak dışarıdan ziyaret edilebileceğini söyledi. Zira terasın önü Michael için çiçek ve mektuplara yer veriyor. 
Buraya bırakılmış çiçek ve notlar dahi o anda gözyaşlarına boğulmama sebep oldu. Holy Terrace’ın kapısında sessizce duran bir hayranın gitmesini bekledim çünkü orada Michael’la yalnız olmak istiyordum. Sıram gelince ve kapının önünde durunca gözyaşlarım sele dönüştü. 
Michael’a selam verdim ve her nedense geç kaldığım için ondan özür diledim. Sonra Ağustos 2009’dan beri ona yazdığım mektubu (sayfalarca) yüksek sesle (tabii ne yazık ki gözyaşları içinde ve maskaram akarak) okudum. Arkamda da orta yaşın üstünde bir hayran bayan düşüncelere dalmış bekliyordu. Mektubumu bitirip, çiçeğimi ve mektubumu kapıya asmama rağmen bir türlü oradan ayrılamadım. Elimi ve yüzümü kapıya dayayıp ağlarken bir anda içeriden biri kapıyı açtı ve girebileceğimi söyledi! Şansıma inanamadım. Bir rüya sanki. Bu özel ve girilmesi yasak yere girebildim.

Uzun ve soğuk bir koridorun sonunda, renkli vitray camlar altında Michael’ın mezarı tam karşımdaydı. 
Posta ile gönderilmiş ve mezarlık çalışanları tarafından buraya yerleştirilmiş çiçekler, çelenk ve yılbaşı ağaçı vardı. Ben de çiçeğimi ve mektubumu buraya bıraktım. Işte bu hayatımda Michael’a en çok (2-3 metre) yaklaşabildiğim zaman oldu. O soğuk, ona hiç yakışmayan beyaz mermer taşın içindeyken.
Michael’a burası yakışmıyor. Dinlenme yeri bu soğuk, karanlık, taş olmamalı. Doğa içinde, toprakla birebir, sıcak güneşin altında, insanlar içinde, ışıklar ve sevgi içinde olmalı…Ruhuna bir Fatiha okudum. Michael’la L.’yı tanıştırdım ve en sonunda ona veda etmek zorunda kaldım gözyaşlarıyla, sonraki hayatta görüşmek duasıyla.

Çıkışta aynı orta yaşlı bayan, yine düşüncelere dalmış, kederle oturuyordu. Bana içeri nasıl girmeyi başardığımı ve içerideki çiçeklerin miktarını sordu.

Sürreal bir deneyimdi. Sanki hiç yaşanmamış gibi. Ama yaşandı ve beni daha tam kıldı.

Bir sonraki durağımız Encino’daki Hayvenhurst Avenue oldu, yani Michael’ın Neverland’e taşınmadan önce ailesiyle yaşadığı ve büyüdüğü ev. Bu ev şu anda tadilatta. Ailenin buraya geri taşınıp taşınmayaçağı belli değil. Tabii demir kapılardan içeriyi görmek mümkün değildi ancak kapıdaki güvenlik görevlisi Tarek ile sohbete daldık ve bana Michael’la olan anılarını anlattı. 2008’de bodyguardardlarından biri olmuş. Özellikle Michael Las Vegas’ta yaşarken. Michael ona ilk elini uzatıp, “Merhaba ben Michael Jackson” deyince, erkek olarak bile dizlerimin titremiş olmasına inanamamıştım dedi. Tarek “size nasıl hitap etmeliyim” diye sormuş. O da “genelde Mr. Jackson diyorlar ama ailem Mike der” demiş.

Cevabını bildiği sorular sorar, sonra bu doğru veya yanlış cevaptı dermiş, yani etrafındakileri test edermiş. Hep uyanık, hep 10 adım ileride olduğu için, etrafındaki herkesin de öyle olmasını istermiş. Tarek, “çok şakacıydı ama iş söz konusu olunca çok ciddi ve konsantre idi, provaları bile günde 12 saat sürerdi” dedi. Ondan genç danşçılar daha çabuk yoruluyordu dedi. Ilk provalara Grand Western Forum’da başlamışlar, Staples Center’a geçmeden önce. Bu dönemde birçok danşçı geri gönderilmiş çünkü çalışma temposuna ayak uyduramamışlar. Michael herkese “tamam şimdi bir mola verin” dediğinde bile kendisi çalışmaya devam edermiş.

“Aklı hiç durmuyordu, danışmanları ona dinlen deseler bile o sürekli düşünüyor ve çalışıyordu, sağlıklıydı ama yeteri kadar dinlenmiyordu” dedi. Tarek, “benim görebildiğim kadarıyla hasta değildi, onu gömleksiz gördüm, o yaşta bile six pack’i vardı” dedi. La Toya Tarek’e demiş ki, “Moonwalk’a çalışırken dahi günde 2 saat tap dans provası yapardı.”

Hayvenhurst’te bir gün kapıya Michael şişman beyaz bir adam kostümü içinde gelmiş, “içeri girebilir miyim” demiş. Güvenlikçiler kim olduğunu çıkaramamışlar. O da “randevum var” demiş Michael olduğunu çaktırmadan ama “I had an appointment” derken Indiana aksanını saklayamamış. Las Vegas’ta da bir gün bir mağazaya gittiğinde elinde gazete okuyarak yani yüzünü saklayarak dolaşmış. Güvenlik görevlileri tabii fark ettirmeden etrafındalarmış. $1200’lık alışveriş yapmış, kasaya da bir tomar parayı cebinden çıkarıp “Bu yeter herhalde” deyip vermiş. Para üstünü güvenlikçilere kasa çalışanı verirken “bu kimdi” diye sormuş. “O MJ’di” deyinceye kadar Michael arabaya binmiş tabii. Kasa çalışanı hemen anons etmiş, “MJ buradaydı” diye, mağazadaki herkes fırlamış dışarı. Bazen de yine kılık değiştirme taktiğiyle onu tekerlekli sandalyede iterlermiş.

Tarek’le bu konuşmamız ardından evin bahçe kapısını benim için açtı 
ve Michael’ın Paris’e hediye ettiği Kenya isimli köpeği bizi karşıladı. Kenya dünyalar güzeli, arkadaş canlısı, sevgi dolu bir köpek. Bana koştu, üstüme atladı, kucakladı. Bu beni inanılmaz mutlu etti. Michael’ın ruhunu hissettim sevgi dolu. Michael’ın dostu, onu tanımış bir köpek beni böyle karşıladı. Onu sevdim, onunla konuştum, kucaklaştım. Michael’la tanışmış, konuşmuş kadar oldum Kenya sayesinde. Ve şansıma inanamadım.
Katherine Jackson ve Prince arada bir geliyorlarmış bu eve ama şimdilik Calabasas’ta yaşıyorlar. Ne yazık ki Katherine Jackson ev içinde hayvan istemediği için Kenya ve Paris’in kedilerini işçilerle bu evde bırakmış. Inanılmaz üzüldüm. Tarek’e Kenya’nın Paris’i özlüyor olduğunu tahmin ettiğimi söyledim, o da kedilerin Paris’i daha da çok özlediğini söyledi. Daha önce evde hayvanların Michael sayesinde barındığını söyledi. Tarek’e bir daha Katherine Jackson’ı gördüğünde Türkiye ve Londra’dan sevgilerimizi gönderdiğimizi söylemesini istedim.

Bütün olanlara ve şansıma inanamıyorum hala. Çok mutlu oldum. Sonra Encino’nun merkezinde eczaneye uğramamız gerekti. Michael’ın da buralara geldiğini, buralarda zamanında az da olsa vakit geçirmiş olduğunu, üstüne üstlük benim de gelebilmiş olduğumu düşünmek beni bugün ve hayatımın geri kalanı boyunca L’nın en büyük katkısıyla en mutlu ve müteşekkir insanı yapıyor!

Sonra Calabasas neymiş, madem günümüzün birçok ünlüsü burada yaşıyormuş diye gidelim dedik ama bin pişman olduk. Tüm evler güvenlikli, siteler içinde, bir emeklilik şehri gibi, hiçbir özelliği ve güzelliği yok. 
Çok sıkıcı. Hemen geri döndük. Zaten Noel’den dolayı her yer kapalı.

Akşam yemeği için de F.’ın çocukluk arkadaşı Tina’nın San Clarita’daki evine gittik. Kardeşi Salman ve karısı Aliya da vardı. Yaşadığım bu güne hala inanamıyorum. Gerçekten bütün bunları Allah bana nasip etti mi?

26/12/2012, Çarşamba, Beverly Hills, CA
Şu anda dünkü ruh halime göre çok mutsuzum. L.’nın öksürüğü dün sanki daha iyi hatta yok olmuştu. Bugün ilk olarak Venice Beach, sonrasında Santa Monica Beach ve bölgesini gezerken L.’nın öksürüğü araba içinde dahi yani soğukla temas olmadan bile çok kötüledi. F. de zaten hasta, boğazı çok ağrıyor, F.’ın iteklemesiyle çocuk hastanesine gittik. L’da bronkiolitis çıktı. Canım bebeğim, yavrum. L.’ya maskeyle iburol verdiler. Sonra F. doktora göründü.

Aslında güne harika başlamıştık. Hava muhteşemdi. Güneşli bir ilkbahar günü gibi. Yılın bu zamanından dolayı Venice Beach hiç kalabalık olmadığından, yazlıkçı ve turist kapanları olan satıcılar ve diğer türlü şaklabanlar azdı. Plajın ve etrafındakı bazı evlerin güzelliği algılanabılıyordu. 
Okyanuş kokusunu içime çekmek bana iyi gelmişti. Venice Beach’in arka sokakları Türkiye ve Yunanistan’ın tatil yörelerini andırıyor. Amerika’da böyle bir yer görebileceğimi tahmin etmezdim.
Santa Monica Beach daha nezih. Buradan okyanusa bakan evler, oteller ve restoranlar oldukça şık.
Yer yer Ingiltere’nin Cornwall bölgesini andırıyor. LA’daki ilk günlerimizde gördüğümüz iç karartıcı yerlerden sonra böyle hoş ilçelerin olduğunu da görmek beni memnun etti. Ta ki kızım hasta oluncaya kadar.
All rights reserved Copyright of Travelogueress.blogspot.com

No comments:

Post a Comment