23/12/2012,
Pazar, Beverly Hills
Beverly Hills’de ilk durağımız kiraladığımız
dairede yemek hazırlayabilmek için süpermarket oldu. Burada gördüğüm tüm kadınların
burnu estetikliydi. Hepsinin de aynı burnu vardı. Birkaç adamın da yüzü estetikliydi.
Palm Springs’den Los Angeles’a doğru yol alırken,
F.’ın anaokulu öğretmenini ziyaret etmek için Upland isimli kasabaya uğradık.
F’ın öğretmeni onu ziyaret etmemizden dolayı çok mutlu oldu tabii. L.’ya da ilgi
büyüktü. Ancak öğretmenin eşi, evinde misafir olmasına rağmen TV odasına gidip
maç izledi. Görgü kurallarından yoksun bir adam belli.
Canım yavrum L. arabada seyahate iyice alıştı
gibi. Tabii kendisini sürekli eğledirmek ve meşgul tutmak gerekiyor. Ama genel olarak
yavrum çok olgun ve sevimli. Özellikle yeni insanlarla tanışmaktan ve ilgi görmekten
çok hoşlanıyor. Kendi kendine konuşuyor ya da sohbete giriyor bebek lisanıyla.
Allah nazarlardan korusun. Üçümüz de hala jetlag yaşıyoruz. L. bazı geceler 1-2
saatte bir uyanıyor. Sabah 5 oldu mu uykusu tamamen bitmiş oluyor. Böylece günümüze
erken başlıyoruz. Akşam 8 oldu mu da gözlerimizi açık tutmak mümkün olmuyor. L.’cığımın
öksürüğü var ama. Londra’dan beri var gerçi ama burada arttı, bir türlü geçmiyor.
Bir de hiç düzgün sıcak/pişmiş yemek yemiyor. Sırf kuru, ara öğün sayılabilecek
şeyler yiyor biraz. Yeterli besin alamamasından endişeliyim hep.
….
Beverly Hills’de bir daire kiraladık birkaç
günlüğüne. Özellikle bebekliyken otelden çok daha ucuz ve rahat oluyor.
350 N. Crescent,
Unit 101. Oldukça hoş bir daire ve yeri harika. Tam Beverly Hills’in ortası. Ancak
LA ve buralar hiç filmlerde gösterildiği gibi değil. LA oldukça çirkin, tehlikeli
bir şehir aslında. Sadece bugünlük gördüğüm Beverly Hills de öyle çok özel bir
yer değil. Londra ve Paris’te çok daha şık mahalleler var.
Akşam misafir bile ağırladık. F.’ın liseden
arkadaşları eşleriyle geldiler. L. tabii yeni insanlar ve ilgi görmekten yine çok
mutlu oldu.
24/12/2012,
Pazartesi, Beverly Hills, CA
Güne bulutlu ve hatta sağnak yağışla başlayınca
bir nevi mutlu oldum. Amerika’ya geldiğimizden beri yaşanan kuru hava cildimizi,
gözlerimizi ve burnumuzu mahvetti. Burnum her gün kanıyor. Biraz nemli hava iyi
geldi. Bu hava koşulları içinde kiraladığımız araba ile Beverly Hills tepe ve yokuşlarını
gezdik, villaları, küçük sarayları gördük, Sunset Boulevard, Rodeo Drive, Mulholland
Drive gibi meşhur yollardan geçtik.
Buralar bir nevi Boğaz sırtlarını andırıyor.
Tabii evler ve yollar daha büyük ve düzenli. Alan daha geniş.
Burada aslında en çok hoşuma giden doğa oldu.
Palmiye ağaçlarının ve diğer yeşilliğin özellikle yağmur altındaki yoğunluğu
bende tropik bir izlenim bıraktı. Kendimi Brezilya’da zannettim yer yer. Doğu
Amerika’dan çok farklı buranın doğası.
Saatler ilerledikçe hava da düzeldi ve güneş
yine yüzünü gösterdi. Şehir merkezine indik. Bu tehlikeli, çirkin ve görmeye gitmeye
değmeyen berbat şehirde tek güzel bina Walt Disney Konser Holü.
O da yeni inşa
edilmiş zaten. Mimar Gehry’nin başarılı bir eseri. Noel arifesi olduğu için kilitlenmesiyle
meşhur Los Angeles trafiğini hiç yaşamadan Hollywood Bulvarı’na gittik. Buradan
çok büyük beklentilerim olmamasına rağmen, bu caddenin ve mahallenin ruhu beni çok
rahatsız etti.
Burası zoraki bir cadde. Yalnız ve üzgün. Turist avcıları tarafından
kandırılıp, zorla bir CD satılmam da cabası oldu. Hani LA’a gelmişken (ki LA’a gelmeye
hiç gerek yok) gidelim denilen bir yer ama hiç gidilmese de olur. Evsiz, alkolik
ve aklını kaybetmişlerin çokluğu da buranın üzgün havasını daha da karartıyor.
Öğle yemeği için Farmer’s Market’a gittik.
Fena değildi ancak L. ağladığı için pek rahat yemek kararı verip, yiyip, dolaşamadık.
Trafiğin bir daha rastlanmaz rahatlığından faydalanarak, nezih mahalleler olan
Westwood, Wilshire’dan geçerek muazzam büyüklükteki UCLA kampüsünü gezdik. Bu bölgelerde
tekrar gözümüz gönlümüz açıldı. Şehir merkezi ve Hollywood’da içimiz iyice
kararmıştı. Bel-Air’i de gezdikten sonra Istanbul’da Nişantaşı ve Londra’da Sloan
Street ya da Mayfair’e denk Wilshire Bulvarı’ndan geçtikten sonra kaldığımız binanın
önünde F’in lise arkadaşlarıyla buluştuk. Onlar bizi akşam yemeği için trafiksiz
15 dakika mesafedeki Santa Monica’ya götürdüler.
Yol üzerinde Sony/ATV’nin ofis binasını gördüm.
Santa Monica da hoş bir bölge. Bir nevi Istanbul’un Istiklal Caddesi (Beyoğlu),
Londra’nın Oxford Street’i gibi. Bu uzun günün ardından, hatta Amerika’ya geldiğimiz
günden beri 15 aylık bir bebekle yaptığımız gezi, uzun araba yolculukları, üçümüz
için de geçmek bilmeyen jetlag yüzünden çok yorgunuz. F. hasta oldu. L.’nın öksürüğü
hiç geçmiyor ve beni korkutuyor. Benim de aşırı yorgunluğum ötesinde hafızamın
zayıfladığını farkediyor olmam (mesela aynı soruları tekrar tekrar sormam) beni
korkutmaya başladı. Üçümüz de uykumuzu tam alsak, iyileşşek ve bu gezide dinlensek
keşke.
25/12/2012,
Salı, Beverly Hills, CA
Bugün F’le Bangladeş düğünümüzün 5inci yıldönümü.
Bu sabah hazırlanırken, Michael’la gerçekten
yüzyüze gelip, konuşacakmışım gibi telaşlıydım. Sürdüğüm deodorantı beğenmedim,
yıkadım durdum, başka kokular denedim. Kıyafetimin mükemmel olmasını istedim.
L. uyutmadığı için yetersiz uykudan ve ilerleyen yaştan dolayı yüz altımdaki
lekeleri ve derin çizgileri makyajla yok edememeyi dert ettim.
Bugün Noel olduğu ve her yer kapalı olduğu için
önceden almak istediğim ayçiçeklerini alamadım (Michael’ın en sevdiği çiçekler).
Forest Lawn mezarlığı girişinde çiçekçiden bir buket ayçiçeğini andıran gerberalar bulabildim neyseki. Michael’ın bulunduğu Holy Terrace binasının girişindeki güvenlik
görevlisi bu bölümün şahsa özel olduğunu, içeri girmenin yasak olduğunu ve ancak
dışarıdan ziyaret edilebileceğini söyledi. Zira terasın önü Michael için çiçek
ve mektuplara yer veriyor.
Buraya bırakılmış çiçek ve notlar dahi o anda gözyaşlarına
boğulmama sebep oldu. Holy Terrace’ın kapısında sessizce duran bir hayranın gitmesini
bekledim çünkü orada Michael’la yalnız olmak istiyordum. Sıram gelince ve kapının
önünde durunca gözyaşlarım sele dönüştü.
Michael’a selam verdim ve her nedense geç
kaldığım için ondan özür diledim. Sonra Ağustos 2009’dan beri ona yazdığım mektubu
(sayfalarca) yüksek sesle (tabii ne yazık ki gözyaşları içinde ve maskaram
akarak) okudum. Arkamda da orta yaşın üstünde bir hayran bayan düşüncelere dalmış
bekliyordu. Mektubumu bitirip, çiçeğimi ve mektubumu kapıya asmama rağmen bir türlü
oradan ayrılamadım. Elimi ve yüzümü kapıya dayayıp ağlarken bir anda içeriden biri
kapıyı açtı ve girebileceğimi söyledi! Şansıma inanamadım. Bir rüya sanki. Bu özel
ve girilmesi yasak yere girebildim.
Uzun ve soğuk bir koridorun sonunda, renkli
vitray camlar altında Michael’ın mezarı tam karşımdaydı.
Posta ile gönderilmiş
ve mezarlık çalışanları tarafından buraya yerleştirilmiş çiçekler, çelenk ve yılbaşı
ağaçı vardı. Ben de çiçeğimi ve mektubumu buraya bıraktım. Işte bu hayatımda Michael’a
en çok (2-3 metre )
yaklaşabildiğim zaman oldu. O soğuk, ona hiç yakışmayan beyaz mermer taşın içindeyken.
Çıkışta aynı orta yaşlı bayan, yine düşüncelere
dalmış, kederle oturuyordu. Bana içeri nasıl girmeyi başardığımı ve içerideki çiçeklerin
miktarını sordu.
Sürreal bir deneyimdi. Sanki hiç yaşanmamış
gibi. Ama yaşandı ve beni daha tam kıldı.
Bir sonraki durağımız Encino’daki Hayvenhurst
Avenue oldu, yani Michael’ın Neverland’e taşınmadan önce ailesiyle yaşadığı ve
büyüdüğü ev. Bu ev şu anda tadilatta. Ailenin buraya geri taşınıp taşınmayaçağı
belli değil. Tabii demir kapılardan içeriyi görmek mümkün değildi ancak kapıdaki
güvenlik görevlisi Tarek ile sohbete daldık ve bana Michael’la olan anılarını
anlattı. 2008’de bodyguardardlarından biri olmuş. Özellikle Michael Las Vegas’ta
yaşarken. Michael ona ilk elini uzatıp, “Merhaba ben Michael Jackson” deyince,
erkek olarak bile dizlerimin titremiş olmasına inanamamıştım dedi. Tarek “size
nasıl hitap etmeliyim” diye sormuş. O da “genelde Mr. Jackson diyorlar ama ailem
Mike der” demiş.
Cevabını bildiği sorular sorar, sonra bu doğru
veya yanlış cevaptı dermiş, yani etrafındakileri test edermiş. Hep uyanık, hep
10 adım ileride olduğu için, etrafındaki herkesin de öyle olmasını istermiş. Tarek,
“çok şakacıydı ama iş söz konusu olunca çok ciddi ve konsantre idi, provaları bile
günde 12 saat sürerdi” dedi. Ondan genç danşçılar daha çabuk yoruluyordu dedi. Ilk
provalara Grand Western Forum’da başlamışlar, Staples Center’a geçmeden önce. Bu
dönemde birçok danşçı geri gönderilmiş çünkü çalışma temposuna ayak uyduramamışlar.
Michael herkese “tamam şimdi bir mola verin” dediğinde bile kendisi çalışmaya
devam edermiş.
“Aklı hiç durmuyordu, danışmanları ona dinlen
deseler bile o sürekli düşünüyor ve çalışıyordu, sağlıklıydı ama yeteri kadar dinlenmiyordu”
dedi. Tarek, “benim görebildiğim kadarıyla hasta değildi, onu gömleksiz gördüm,
o yaşta bile six pack’i vardı” dedi. La Toya Tarek’e demiş ki, “Moonwalk’a çalışırken
dahi günde 2 saat tap dans provası yapardı.”
Hayvenhurst’te bir gün kapıya Michael şişman
beyaz bir adam kostümü içinde gelmiş, “içeri girebilir miyim” demiş. Güvenlikçiler
kim olduğunu çıkaramamışlar. O da “randevum var” demiş Michael olduğunu çaktırmadan
ama “I had an appointment” derken Indiana aksanını saklayamamış. Las Vegas’ta
da bir gün bir mağazaya gittiğinde elinde gazete okuyarak yani yüzünü saklayarak
dolaşmış. Güvenlik görevlileri tabii fark ettirmeden etrafındalarmış. $1200’lık
alışveriş yapmış, kasaya da bir tomar parayı cebinden çıkarıp “Bu yeter
herhalde” deyip vermiş. Para üstünü güvenlikçilere kasa çalışanı verirken “bu kimdi”
diye sormuş. “O MJ’di” deyinceye kadar Michael arabaya binmiş tabii. Kasa çalışanı
hemen anons etmiş, “MJ buradaydı” diye, mağazadaki herkes fırlamış dışarı.
Bazen de yine kılık değiştirme taktiğiyle onu tekerlekli sandalyede iterlermiş.
Tarek’le bu konuşmamız ardından evin bahçe
kapısını benim için açtı
ve Michael’ın Paris’e hediye ettiği Kenya isimli köpeği
bizi karşıladı. Kenya dünyalar güzeli, arkadaş canlısı, sevgi dolu bir köpek.
Bana koştu, üstüme atladı, kucakladı. Bu beni inanılmaz mutlu etti. Michael’ın
ruhunu hissettim sevgi dolu. Michael’ın dostu, onu tanımış bir köpek beni böyle
karşıladı. Onu sevdim, onunla konuştum, kucaklaştım. Michael’la tanışmış, konuşmuş
kadar oldum Kenya sayesinde. Ve şansıma inanamadım.
Bütün olanlara ve şansıma inanamıyorum
hala. Çok mutlu oldum. Sonra Encino’nun merkezinde eczaneye uğramamız gerekti.
Michael’ın da buralara geldiğini, buralarda zamanında az da olsa vakit geçirmiş
olduğunu, üstüne üstlük benim de gelebilmiş olduğumu düşünmek beni bugün ve
hayatımın geri kalanı boyunca L’nın en büyük katkısıyla en mutlu ve müteşekkir insanı
yapıyor!
Sonra Calabasas neymiş, madem günümüzün birçok
ünlüsü burada yaşıyormuş diye gidelim dedik ama bin pişman olduk. Tüm evler güvenlikli,
siteler içinde, bir emeklilik şehri gibi, hiçbir özelliği ve güzelliği yok.
Çok
sıkıcı. Hemen geri döndük. Zaten Noel’den dolayı her yer kapalı.
Akşam yemeği için de F.’ın çocukluk arkadaşı
Tina’nın San Clarita’daki evine gittik. Kardeşi Salman ve karısı Aliya da vardı.
Yaşadığım bu güne hala inanamıyorum. Gerçekten bütün bunları Allah bana nasip
etti mi?
26/12/2012,
Çarşamba, Beverly Hills, CA
Şu anda dünkü ruh halime göre çok mutsuzum.
L.’nın öksürüğü dün sanki daha iyi hatta yok olmuştu. Bugün ilk olarak Venice
Beach, sonrasında Santa Monica Beach ve bölgesini gezerken L.’nın öksürüğü
araba içinde dahi yani soğukla temas olmadan bile çok kötüledi. F. de zaten hasta,
boğazı çok ağrıyor, F.’ın iteklemesiyle çocuk hastanesine gittik. L’da bronkiolitis
çıktı. Canım bebeğim, yavrum. L.’ya maskeyle iburol verdiler. Sonra F. doktora göründü.
Aslında güne harika başlamıştık. Hava muhteşemdi.
Güneşli bir ilkbahar günü gibi. Yılın bu zamanından dolayı Venice Beach hiç
kalabalık olmadığından, yazlıkçı ve turist kapanları olan satıcılar ve diğer türlü
şaklabanlar azdı. Plajın ve etrafındakı bazı evlerin güzelliği algılanabılıyordu.
Okyanuş kokusunu içime çekmek bana iyi gelmişti. Venice Beach’in arka sokakları
Türkiye ve Yunanistan’ın tatil yörelerini andırıyor. Amerika’da böyle bir yer görebileceğimi
tahmin etmezdim.
Yer yer Ingiltere’nin Cornwall
bölgesini andırıyor. LA’daki ilk günlerimizde gördüğümüz iç karartıcı yerlerden
sonra böyle hoş ilçelerin olduğunu da görmek beni memnun etti. Ta ki kızım hasta
oluncaya kadar.
All rights reserved Copyright of Travelogueress.blogspot.com
All rights reserved Copyright of Travelogueress.blogspot.com
No comments:
Post a Comment