Search Travelogueress

Friday, 15 April 2011

İran Bölüm IV- İsfahan


Salı, 6 Nisan 2010
Dünyanın bu bölgesi ve İran hakkında okuduklarım üzerine aklımda oluşan İran görüntülerini ancak bugün İsfahan'da bulabildim. Meğersem gerçek İran İsfahan’mış. Keşke İsfahan’a direk uluslararası uçuş olsaymış da Tahran gibi niteliksiz yerlerde vakit harcamak zorunda kalmasaymışız.

İsfahan adını Arapça bir kelime olan sepihandan alıyormuş; geçmişte güzel atların yetiştirildiği ve sipahilerin yaşadığı şehir olduğu için. Bugün İsfahan yeşil bahçeler şehri. Gerçekten de öyle. 
İklimi ve havası çok daha hoş ve yaşanır, yeşil bir şehir. Oldukça düzenli ve tertemiz. Safevi hükümdarlığının bıraktığı ince sanat eserleri ve mimariyle dolu. Selçukluların da İsfahan'a çok katkısı olmuş.

Eserlerin en çok tamar edildiği dönem Kaçar hükümdarlığı ve devrim sırasındaymış. Devrim sırasında halk krallıklara olan sinir ve nefretini Safevi saraylarındaki sanat eserlerini talan edip, kırarak, dökerek almış. Yazık olmuş. Eski eser ve meydanların çoğunun ismi "imam" olarak değiştirilmiş devrimden sonra.

Allah ve peygamberlerden çok imamların ne dediğine bakıyorlar bu ülkede. Camilerde namaz kılınmıyor. 
Sadece cuma günleri namaz kılınıyor. İran’a geldiğimizden beri sadece 2–3 kere ezan sesini duyduk. Dini ibadetleri yerine getirmeden, kadınların kılık kıyafetlerine karışıyor olmaları çok garip.

Her neyse, asıl önemli olan İsfahan'daki camilerin mimarisi. Yakaladıkları mavi renginin tüm çini ve boyalardaki yoğunluğu, başardıkları akustik, müzik ses sistemleri, hatta camii içindeki çinilerde bile kullandıkları hayvan figürleri (İslam sanatına ters olsa bile). 
İncelikli motif süslemelerine oldukça önem vermişler. 
Safeviler döneminde başlarını örtmeden namaz kılmak isteyen kadınlara özel kör imamın kolayca tırmanacağı bir minare bile inşa etmişler. Zamanlar nasıl değişmiş...

Camileri halı kaplama bile değil. Mermerlerin üstünde ayakkabılarla yürünebiliyor. Herhalde ama namaz için halı seriyorlar. İran mimarisinde toprak tuğla kullanımı oldukça yoğun. 
Bu camiler bile tuğla ile inşa edilmiş ve tuğlaların üstü çinilerle, seramiklerle kaplanmış.
Dağ kaynaklarında oluşan nehir de şehre serinlik ve farklı bir hava katıyor. Yeşil bir şehir olmasını sağlıyor. Nehrin üzerinde 3–4 tane tarihi köprü de bulunuyor. Hacu köprüsü üç farklı pavilyondan oluşuyor. Şah’ın eskiden kürek yarışlarını seyredebileceği özel bir bölümü bile var.
Safevi hükümdarı 1. Şah Abbas (İran’da Şii mezhebini yaratan) tarafından yaptırılan 40 Sütun Sarayı, İsfahan'da korunabilmiş 3 saraydan bir tanesi. 
Birçok eser çalınmış, yok olmus, zarara uğratılmış. Ama burada ilginç duvar resimleri ve çizimler görmek mümkün. Özellikle çocukken okuduğum masal ve mitolojilerle daha uyumlu, aklımda hayal ettiğim Acem'i daha çok andıran çizimler var burada. 
Bu resimlerde Safevi hükümdarlarının yabancı hükümdarlar için verdikleri davetlerde şarap ikram ettikleri görülebiliyor. 
Yine bu sarayda zamanın günlük hayatını tasvirleyen minyatürler de görmek mümkün. Şah’ın sarayında Flaman ve İngiliz ressamlar da mevcutmuş. 
Bu ressamlar Avrupa hayatını, kral, prens ve prenseslerini de tasvirleyem resimleri bu sarayın ve Nakş-ı Cihan meydanındaki Ali Kapı Sarayı’nın duvarlarına da çizmişler. Sonunda İran’da beğendiğim bir yer buldum: İsfahan! İran’ın İstanbul’u İsfahan denilebilir herhalde.
İşin ilginci, bugüne kadar meşhur İranlı şair Ömer Hayyam'ın ismi hiçbir yerde geçmedi. Acaba şaraba düşkünlüğü yüzünden mi? İsfahan'da da ama bir düş kırıklığı yaşadık; o da yemekler. Geldiğimizden beri lezzetli bir yemek bulup yiyemedik. Ya şanssızız ya da İran mutfağı bir yalandan ibaret ve hiç tadı tuzu ve zenginliği yok. Özellikle büyük bir sebze ve meyve eksikliği var. Canım memleketim Türkiye! Petrolü filan geç, ülkemin yeşil zenginliği, toprağı ve suyunun bereketi yeter!
All photos, Copyright Travelogueress

No comments:

Post a Comment