29.05.2014, Perşembe
2003 yazında burada yaptığım
stajdan beri ilk defa Washington, D.C.’de bu kadar uzun vakit geçiriyorum. 30 haftalık
hamile olduğum için ve L. uzun yolculuklara gelemediği için onu anneannesi ve
dedesi ile Londra’da bıraktık. Güvenli ellerde olmasına rağmen, kalbim resmen
kan ağlıyor. Sürekli L.’yi düşünüyorum, onu merak ediyorum. Radyoda L.’nin şu
anda en çok sevdiği şarkı “Happy” çaldıkça ağlayasım geliyor. Şarkı biter
bitmez “again” diyen sesini duyuyorum kulaklarımda. Skype’ta o sessiz, durgun yüzünü,
yumuk yumuk yanaklarını görünce daha da kötü ve suçlu hissediyorum kendimi.
Buraya geleli henüz bir gün olmuş olmasına rağmen, bir an önce kızımın yanına dönüp
onu kucaklamak, yumuklamak istiyorum. 3 yıldır ilk defa upuzun, deliksiz bir
uyku uyumuş olmamdan dolayı bile suçlu hissediyorum. Bu gereksiz geliyor. Bir daha
çocuklarım olmadan hiçbir yere gitmek istemiyorum. İnşallah prensesim beni
affeder. İnşallah normal düzen ve rutinine de bir an önce geri döner. Yeni
bebek doğmadan L.’nin tekrar düzene oturması çok önemli. Teknoloji de iş
konusunda pek yardımcı olmuyor belki de. İş maillerini gördükçe ve döner dönmez
kısa süre içinde yetiştirmem gerekenleri düşündükçe iyice strese giriyorum.
Yani çocuklarım olmadan ve işimi tam bitirmeden seyahate veya tatile çıkmış
olmak hiçbir işe yaramıyor benim için.
Washington, D.C.,
Amerika’da her zaman en sevdiğim şehirlerden olmuştur. Tam bir başkentin olması
gerektiği gibi bir şehir bence. Bu düzenli şehirde binalar Helenistik ve Roma
mimarisinin taklidi olsa da ihtişamlı, “ben buradayım, görkemliyim, ben koca
bir ülkenin başkentiyim, kararlar burada alınır” diyor.
Ücretsiz ziyaret
edilebilen Smithsonian müzeleri zengin koleksiyonlara sahip.
Kaldırımlar geniş,
temiz, rahatça sokaklarda yürünebiliyor (diğer Amerikan şehirlerinde bu her
zaman mümkün değil). Yine de sokaklarda Avrupa şehirlerindeki kadar hayat, canlılık
yok. Gece yine boşalıyor şehir merkezi. Ancak Georgetown Mahallesi Avrupai bir canlılığa
sahip.
Georgetown hem nezih evlere, sokaklara sahip, hem de şirin butik, kafe
ve restoranlara. Şüphesiz Georgetown, D.C.’deki, hatta A.B.D.’deki en ziyarete değer
mahallelerden.
Dün akşam Rosa Mexicano
isimli restoranda yedik ve inanılmaz keyif aldık. Buranın guacamole sosu başka hiçbir
yerde yemediğim kadar güzeldi. Bugüne kadar gittiğim en iyi Meksika yemeği restoranıydı
diyebilirim.
İş saati çıkışı F.’in
lise arkadaşı, eşi ve 4 yaşındaki kızları ile buluştuk. Karı-koca Adalet Bakanlığı’nda
çalışıyorlar. D.C.’de çalışan birçok kişi gibi şehir sınırları yerine
Virginia’da yaşıyorlar. Her gün 2 saate yakın yolu gidip geliyorlar. Kızlarını
yanlarında getirip, şehirde bir yuvaya bırakıyorlar, akşam iş çıkışı alıyorlar.
Daha sonra buluştuğumuz yine F.’in başka bir lise arkadaşı da aynı şekilde yaşıyor.
Amerika’da yaşamın Avrupa’dan ne kadar daha zor olduğunu tekrar hatırladım.
Amerika’da insanlar sadece iş için yaşıyor. Hayatın tadını çıkaramıyorlar, çocuklarıyla
vakit geçiremiyorlar, tatile hiç çıkamıyorlar.
F.’in arkadaşının kızını görünce içim paramparça oldu. L.’yi çok özlüyorum.
All Copyright Travelogueress.blogspot.com
No comments:
Post a Comment