Search Travelogueress

Friday, 27 June 2014

A.B.D Doğu Yakası Bölüm I: Washington, D.C.

29.05.2014, Perşembe
2003 yazında burada yaptığım stajdan beri ilk defa Washington, D.C.’de bu kadar uzun vakit geçiriyorum. 30 haftalık hamile olduğum için ve L. uzun yolculuklara gelemediği için onu anneannesi ve dedesi ile Londra’da bıraktık. Güvenli ellerde olmasına rağmen, kalbim resmen kan ağlıyor. Sürekli L.’yi düşünüyorum, onu merak ediyorum. Radyoda L.’nin şu anda en çok sevdiği şarkı “Happy” çaldıkça ağlayasım geliyor. Şarkı biter bitmez “again” diyen sesini duyuyorum kulaklarımda. Skype’ta o sessiz, durgun yüzünü, yumuk yumuk yanaklarını görünce daha da kötü ve suçlu hissediyorum kendimi. Buraya geleli henüz bir gün olmuş olmasına rağmen, bir an önce kızımın yanına dönüp onu kucaklamak, yumuklamak istiyorum. 3 yıldır ilk defa upuzun, deliksiz bir uyku uyumuş olmamdan dolayı bile suçlu hissediyorum. Bu gereksiz geliyor. Bir daha çocuklarım olmadan hiçbir yere gitmek istemiyorum. İnşallah prensesim beni affeder. İnşallah normal düzen ve rutinine de bir an önce geri döner. Yeni bebek doğmadan L.’nin tekrar düzene oturması çok önemli. Teknoloji de iş konusunda pek yardımcı olmuyor belki de. İş maillerini gördükçe ve döner dönmez kısa süre içinde yetiştirmem gerekenleri düşündükçe iyice strese giriyorum. Yani çocuklarım olmadan ve işimi tam bitirmeden seyahate veya tatile çıkmış olmak hiçbir işe yaramıyor benim için.

Washington, D.C., Amerika’da her zaman en sevdiğim şehirlerden olmuştur. Tam bir başkentin olması gerektiği gibi bir şehir bence. Bu düzenli şehirde binalar Helenistik ve Roma mimarisinin taklidi olsa da ihtişamlı, “ben buradayım, görkemliyim, ben koca bir ülkenin başkentiyim, kararlar burada alınır” diyor.
Ücretsiz ziyaret edilebilen Smithsonian müzeleri zengin koleksiyonlara sahip. 
Kaldırımlar geniş, temiz, rahatça sokaklarda yürünebiliyor (diğer Amerikan şehirlerinde bu her zaman mümkün değil). Yine de sokaklarda Avrupa şehirlerindeki kadar hayat, canlılık yok. Gece yine boşalıyor şehir merkezi. Ancak Georgetown Mahallesi Avrupai bir canlılığa sahip. 
Georgetown hem nezih evlere, sokaklara sahip, hem de şirin butik, kafe ve restoranlara. Şüphesiz Georgetown, D.C.’deki, hatta A.B.D.’deki en ziyarete değer mahallelerden.
Dün akşam Rosa Mexicano isimli restoranda yedik ve inanılmaz keyif aldık. Buranın guacamole sosu başka hiçbir yerde yemediğim kadar güzeldi. Bugüne kadar gittiğim en iyi Meksika yemeği restoranıydı diyebilirim.

İş saati çıkışı F.’in lise arkadaşı, eşi ve 4 yaşındaki kızları ile buluştuk. Karı-koca Adalet Bakanlığı’nda çalışıyorlar. D.C.’de çalışan birçok kişi gibi şehir sınırları yerine Virginia’da yaşıyorlar. Her gün 2 saate yakın yolu gidip geliyorlar. Kızlarını yanlarında getirip, şehirde bir yuvaya bırakıyorlar, akşam iş çıkışı alıyorlar. Daha sonra buluştuğumuz yine F.’in başka bir lise arkadaşı da aynı şekilde yaşıyor. Amerika’da yaşamın Avrupa’dan ne kadar daha zor olduğunu tekrar hatırladım. Amerika’da insanlar sadece iş için yaşıyor. Hayatın tadını çıkaramıyorlar, çocuklarıyla vakit geçiremiyorlar, tatile hiç çıkamıyorlar.

F.’in arkadaşının kızını görünce içim paramparça oldu. L.’yi çok özlüyorum. 
All Copyright Travelogueress.blogspot.com

No comments:

Post a Comment