Tarih: 20 Aralık 2010
Dağlarda tapınakları, kurban kesilen altarları ve mağaraları gördük. Su tapınağına birkaç gün oruç tuttuktan yani ruhlarını temizledikten sonra vaftiz olmaya giderlermiş.
Günümüzdeki dinlerden bu konuda pek farklı değil yani. Ama genel olarak, mühendislik açısından bu tapınakların inşaatı akıllı olabilse de, pek sanatsal ya da etkileyici bir özellik taşımıyorlar; özellikle, örneğin eski Akdeniz medeniyetleriyle karşılaştırıldığında.
All photos, Copyright Travelogueress
Gün: Pazartesi
Yer: Cusco
Vücut sistemimiz yüksekliğe artık alıştı. Derin derin nefes alabiliyoruz ama ne olursa olsun, normalinden daha çabuk yoruluyoruz. Dün Cusco’ya ilk varışımızda F.’in kalp atışları dakikada 60’a, benim de 50’ye düşmüştü.
Bu sabah kahvaltıda da yerel tatları deneme şansımız oldu. And peyniri (biraz Erzurum peynirini andırıyor), papaya, ananas ve karpuzdan oluşan meyve salatası üzerine konulabilinen “quinoa” ve “kiwidna” gibi tahıllar… Oldukça lezzetliydi.
Sabah saatlerini bölgesel ve İnka tarihini sergileyen müzelerde geçirdik. İnkalar 16’ıncı y.y.’a kadar Akdeniz çevresindeki ve Asya’daki medeniyetlerden çok gerilermiş anlaşılan. Oldukça izolelermiş, bu nedenle kendi primitife yakın hayatlarını koruyabilmişler sömürgeci İspanyollar gelene kadar.
Bugün Pazartesi olduğu için sokaklar düne göre çok daha kalabalık.
Yerel çocuklar ve bebekler inanılmaz tatlı. Herhalde güneş, rüzgar ve yüksek dağ hayatından dolayı bazılarının yanakları kırmızıdan öte, neredeyse yara olmuş.
Ancak bugün 7–8 yaşlarındaki yerel bir oğlanı, bir elinde lolipop, diğer elinde 20-30’lu yaşlarında sarışın beyaz bir adamla gördük ve F.’le ben bunu çok şüpheli bulduk. Ne yapabilirim diye düşünüp duruyorum o görüntüden beri. Polis görseydim o sırada söylemeli miydim? O adamın o çocuğu evlatlık edindiğini sanmıyorum ve çok rahatsızım, moralim acayip bozuldu.
Koka yapraklarını çiğnemek veya yemek yükseklik hastalığına iyi gelirmiş. Ben de öğlen koka yapraklı, buzlu, limonlu çay içtim. Çok hoştu. F.’le avokadolu sandviç yedik. Tropik meyve ve sebzeleri tatmak çok hoşuma gidiyor.
...
Peru nüfusunun %25’i aşırı fakirlik sınırının altında yaşıyormuş. 90’lı yıllarda ülke terörizmden oldukça çekmiş ve bu daha da fakirleşmelerine sebep olmuş. Peru’nun diğer birçok Güney Amerika ülkesi gibi koloniyal İspanya’nın çok etkisinde olduğunu zannederdim. Yerel ve eski kültür, gelenek ve inançların hala çoğul bir şekilde devam ettiğini görmek beni şaşırttı.
Kalbimi kıran, kanatan da oldu. Cusco’nun sokakları yüzlerce cins ya da cins olmayan köpeklerle dolu.
Sorduğum bir kişi bunların sokak köpekleri olduğunu, kimsenin bunlara yemek vermediğini ve sevilmediklerini söyledi. Sorduğum bir başka kişi, her evin 3–4 köpeği olduğunu ve bu köpeklerin beslendiğini söyledi.
Neye inanacağımı şaşırdım. Elimde olsa hepsini toplar Londra’ya eve götürürüm. Çok güzeller.
Öğleden sonra ilk gezimiz katedrale oldu. Bu katedral İspanyol işgalciler tarafından eski bir İnka tapınağı yerine inşa edilmiş.
Burada iki resmi lisan var: İspanyolca ve bugün hala konuşulan İnka lisanı „Quechua.“ Cusco İnka İmparatorluğu’nun dini başkentiymiş, zamanında burada 300 tapınak varmış. Peru’daki ilk insan topluluğunun geçmişi M.Ö. 16000 yıl geriye gidiyormuş. İnkalar sadece Peru’dan geçmiş birçok medeniyetin en sonuncusuymuş ve Amerika kıtasındaki en büyük imparatorluk. Sınırları Kolombiya’nın güneyinden Arjantin’e kadar genişmiş. Ama bu genişlik 95 yıl sürmüş ve İspanyol işgalcilerin gelmesi ve Avrupa’dan 60 yeni hastalık getirmelerinin yardımıyla son bulmuş.
Bu bölgede at, fil, deve gibi hayvanlar olmadığında (lamalar taşıma ve ulaşım için kullanılmıyor) tüm yolları ve tapınakları elleriyle, insan gücüyle inşa etmişler, üstelik köle kavramları olmasa da (herkes maaş alırmış).
Altın İnkalar için güneş tanrılarını, gümüş de ay tanrılarını ifade ettiği için bunları tapınaklarında ve süslemelerinde kullanırlarmış ama bunları değerli maden veya para olarak görmezlermiş.
İspanyolların anlayışı elbette çok farklıydı. Altın ve gümüş için bu medeniyeti yok etmiş, insanlarını da soykırıma uğratmışlar. Tabii bir yandan da dinlerini sözde bu kafirlere getirmek istemişler ama bugün açıkça söylenen burada takip edilen ve tarihte öğretilen dinin Katolik dini değil, Katolik dini ile İnka çok tanrılı dinin karışımı. Bugün bile süregelen bir durum bu.
Şehrin ana katedralinde bile dekorasyon ve tablolardan bu kolayca anlaşılıyor. Dinen önemli günlerde, köylüler katedrale (eski tapınaklarına) gelip, hala tanrılarına hediyelerini sunuyorlarmış. İspanyollar da bu toprakları ve insanları sömürgeleri altında tutup, kontrol edebilmek için, dinlerini bu şekilde bozmaya göz yummuşlar.
Sonraki durağımız, şehir içindeki İnka güneş tapınağı oldu.
Burada İnkalar’ın depremlere karşı geliştirdikleri teknikleri görmek mümkün oldu. Mimari ve mühendislik bakımından belki yeterince gelişmişlerdi ama kanımızca, sabah müzelerde gördüğümüz eserlerden anladığımız kadarıyla sanat ve zanaat bakımından zamanlarındaki diğer medeniyetlerden oldukça gerilerdi. Üstelik bir alfabe de geliştirmemişler. Bunun yerine halatlara renklerle kodlar işlerlermiş. İletişim şekilleri buymuş.
Bu arada pumaya çok önem verir, bu hayvanı kutsal sayarlarmış çünkü bu dünyadaki hayatı temsil ettiğini düşünürlermiş.
Sonra şehrin tepelerine çıktık, 4200 m. yüksekliğe. Artık bu yükseklikleri halledebildikten sonra Klimanjaro’yu bile tırmanabiliriz herhalde. Yerlilerin bu yükseklikten dolayı kanlarındaki alyuvar seviyeleri çok yüksekmiş. Bu nedenle kırmızı et ve kırmızı sebze ve meyve yememeleri gerekiyormuş çünkü bu kanlarını kalınlaştırıyor, yerlileri öldürebiliyormuş. Bu yüzden tavuk, domuz ve guinea pig yerlermiş.
And Dağları’nın adı etimolojik olarak „Anden“den gelirmiş yani setler.
Tüm ülke setlerden oluşuyor. Şehrin tepelerine çıkınca bunları görmek mümkün oldu tabii; lamalar, alpakalar ve köyler de dahil. Lamalar ve farklı türleri inanılmaz güzel ve sevimli hayvanlar.
Köyleri görmek çok ilginçti. Her köy evinin duvarları hala İnka tanrıları ile dekore edilmiş.
20 yıl öncesine kadar hala tanrılar için hayvan, küçük çocuk ve bekar erkek kurban ediyorlarmış. Bugün hala hayvan kurban ediyor olabilirler. İnsanları kurban ederken bıçak kullanmazlarmış. İnsanları uyuşturuyor, sonra karlı dağlarda donmaya bırakıyorlarmış!
Günümüzdeki dinlerden bu konuda pek farklı değil yani. Ama genel olarak, mühendislik açısından bu tapınakların inşaatı akıllı olabilse de, pek sanatsal ya da etkileyici bir özellik taşımıyorlar; özellikle, örneğin eski Akdeniz medeniyetleriyle karşılaştırıldığında.
All photos, Copyright Travelogueress
No comments:
Post a Comment