Pazartesi 22 Aralık 2008
Ne gün ama! Öldüm öldüm dirildim. Hayatımın ilk panik atağını yaşadım. Allah bir daha yaşatmasın. Shampole’de son sabahımızı geçirdik ve oradan ayrılmak zor oldu. Shampole’yi her zaman çok özleyeceğim. Rüya gibi günler geçirdik orada.
Dün gece de ana locaya bir leopar gelmiş, sofanın üzerine çıkmış, biraz uzanmış, havuzdan biraz su içmiş gitmiş. Keşke görebilseydim. Muhammed ve Alex gerçekten mükemmel rehberlerdi. İşlerini tutkuyla yaptıkları ve hayvanlara gerçekten önem verdikleri belli. Mesela, Muhammed uzakta bir plastik görse 15 dakika arabayı oraya sürüyor sırf plastiği toplamak için.
İnanılmaz sıcak bir gündü. Bizi almaya gelen, Yellow Wings Havayollarının pilotu yine F.’di. Uçuşumuz o kadar berbat geçti ki 30 dakika boyunca uçak sıcaklık ve rüzgârlardan dolayı sürekli kontrolsüz olarak yükseklik değiştirdi ve sağa sola savruldu. Sürekli dua ettim. Hiç durmadan. Hayatımda hiç korkmadığım kadar korktum. Ölüme ancak bu kadar yaklaşabilirdik gibi geldi; Azrail’i görüp görmediğimi kendime sormaya başladım.
Allah’a çok şükür Nairobi’ye indikten sonra da ağlamamı durduramadım. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki nefes almakta da zorlanıyordum. Canım F. de korktu tabii ama benim halimi görünce kendisiyle ilgilenemedi, beni teselli etmeye çalıştı.
Uçuş boyunca gözlerimi hep kapalı tuttum ama Nairobi’ye inerken biraz açtım. Nairobi gerçekten çok yeşil ve bazı tepeliklerde büyük güzel villalar var.
Nairobi Wilson Havaalanı’nda beklerken sakinleşmeye çalıştım ama Masai Mara’ya bizi götürecek olan 14 kişilik karavan uçağa (Safari Wings Havayolları) binme zamanı gelince yeniden panige kapıldım ve sinirlerim tamamen bozuldu!
Aslında havaalanında alabileceğim sakinleştirici ilaç olsa alacaktım ya da neredeyse Nairobi’de kalalım diyecektim. Uçak kalkmadan içinde ben iyice panikledikçe (ki dikkat çekmeyi hiç sevmem, hiç benim davranış tarzım değildir ama gerçekten paniğimi kontrol edemedim) bir bayan yanıma geldi, başımı okşadı ve beni rahatlatmaya çalıştı. Her hafta bu uçağa bindiğini, Afrika’daki en güvenli uçak olduğunu söyledi. Biraz rahatladım. Nitekim bu uçak öncekinden daha büyük olduğundan, küçük uçak kadar sallamadı ve bu sefer F. yanımda oturuyordu. F. de korkuyordu ve midesi bulanıyordu ama canım sürekli beni teselli ediyordu. […] Allah’a çok şükür uçağın ilk durağı bizim kamptı.
Masai Mara’nın doğası Shampole’den çok farklı. Düzlük ve yemyeşil. Shampole oldukça kuruydu. Buradaki rehberimiz David. […]Burada hayvanları Shampole’deki gibi saklambaç oynar gibi aramak gerekmiyor. Hemen karşımıza çıkıyorlar zaten ve araba ve insanlara çok alışkınlar. Kaçışmıyorlar. Neredeyse vahşi değil de ev hayvanı veya hayvanat bahçesi hayvanı olmuşlar.
Kampımıza doğru giderken çok görmek istediğim bir hayvanı Masai Mara Nehri’nde gördük: su aygırı! Birçok sayıda, devasal aygırlar nehirde yüzüyorlardı. O kadar büyükler ki kafaları neredeyse benim bütün vücudum kadar. Aynı nehirde bir de timsah gördük.
Kitcheche Kampı’nda kalıyoruz. Shampole Locaları’ndan çok farklı. Bir kere düzlük. 14 tane çadırdan oluşuyor. Çadırların içinde yatak, tuvalet, duş var. Shampole kadar şık ve hoş bir düzeni yok ama daha rahat denilebilir. Yine de ben Shampole’yi tercih ederim.
Kampta akşamları herkes aynı ateş etrafında toplanıyor ve aynı masa etrafında yiyor. Günlerdir o kadar çok ağır yemek yiyorum ve o kadar hareketsizim ki 10 kilo almışımdır herhalde. Çok kilolu hissediyorum.
Bizim çadır, kamp merkezine en uzaktaki çadır. Çadırımızın adı “Ngiri” yani Masai dilinde “yaban domuzu.” Karanlıkta Masai “askari”ler bize eskortluk ediyor ve evet “askari” asker demekmiş. Bu arada Svahili’de “Hakuna Matata” “Hiçbir şey/sorun değil” demekmiş “teşekküre” cevap olarak. Aynı Lion King’deki şarkı gibi.
Şimdi çadırımızın yakınında bir grup genç konuşuyor, şarkı söylüyor. Shampole’deki gibi huzur yok maalesef.
All photos, Copyright Travelogueress
Ne gün ama! Öldüm öldüm dirildim. Hayatımın ilk panik atağını yaşadım. Allah bir daha yaşatmasın. Shampole’de son sabahımızı geçirdik ve oradan ayrılmak zor oldu. Shampole’yi her zaman çok özleyeceğim. Rüya gibi günler geçirdik orada.
Dün gece de ana locaya bir leopar gelmiş, sofanın üzerine çıkmış, biraz uzanmış, havuzdan biraz su içmiş gitmiş. Keşke görebilseydim. Muhammed ve Alex gerçekten mükemmel rehberlerdi. İşlerini tutkuyla yaptıkları ve hayvanlara gerçekten önem verdikleri belli. Mesela, Muhammed uzakta bir plastik görse 15 dakika arabayı oraya sürüyor sırf plastiği toplamak için.
İnanılmaz sıcak bir gündü. Bizi almaya gelen, Yellow Wings Havayollarının pilotu yine F.’di. Uçuşumuz o kadar berbat geçti ki 30 dakika boyunca uçak sıcaklık ve rüzgârlardan dolayı sürekli kontrolsüz olarak yükseklik değiştirdi ve sağa sola savruldu. Sürekli dua ettim. Hiç durmadan. Hayatımda hiç korkmadığım kadar korktum. Ölüme ancak bu kadar yaklaşabilirdik gibi geldi; Azrail’i görüp görmediğimi kendime sormaya başladım.
Allah’a çok şükür Nairobi’ye indikten sonra da ağlamamı durduramadım. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki nefes almakta da zorlanıyordum. Canım F. de korktu tabii ama benim halimi görünce kendisiyle ilgilenemedi, beni teselli etmeye çalıştı.
Uçuş boyunca gözlerimi hep kapalı tuttum ama Nairobi’ye inerken biraz açtım. Nairobi gerçekten çok yeşil ve bazı tepeliklerde büyük güzel villalar var.
Nairobi Wilson Havaalanı’nda beklerken sakinleşmeye çalıştım ama Masai Mara’ya bizi götürecek olan 14 kişilik karavan uçağa (Safari Wings Havayolları) binme zamanı gelince yeniden panige kapıldım ve sinirlerim tamamen bozuldu!
Aslında havaalanında alabileceğim sakinleştirici ilaç olsa alacaktım ya da neredeyse Nairobi’de kalalım diyecektim. Uçak kalkmadan içinde ben iyice panikledikçe (ki dikkat çekmeyi hiç sevmem, hiç benim davranış tarzım değildir ama gerçekten paniğimi kontrol edemedim) bir bayan yanıma geldi, başımı okşadı ve beni rahatlatmaya çalıştı. Her hafta bu uçağa bindiğini, Afrika’daki en güvenli uçak olduğunu söyledi. Biraz rahatladım. Nitekim bu uçak öncekinden daha büyük olduğundan, küçük uçak kadar sallamadı ve bu sefer F. yanımda oturuyordu. F. de korkuyordu ve midesi bulanıyordu ama canım sürekli beni teselli ediyordu. […] Allah’a çok şükür uçağın ilk durağı bizim kamptı.
Kampımıza doğru giderken çok görmek istediğim bir hayvanı Masai Mara Nehri’nde gördük: su aygırı! Birçok sayıda, devasal aygırlar nehirde yüzüyorlardı. O kadar büyükler ki kafaları neredeyse benim bütün vücudum kadar. Aynı nehirde bir de timsah gördük.
Kitcheche Kampı’nda kalıyoruz. Shampole Locaları’ndan çok farklı. Bir kere düzlük. 14 tane çadırdan oluşuyor. Çadırların içinde yatak, tuvalet, duş var. Shampole kadar şık ve hoş bir düzeni yok ama daha rahat denilebilir. Yine de ben Shampole’yi tercih ederim.
Kampta akşamları herkes aynı ateş etrafında toplanıyor ve aynı masa etrafında yiyor. Günlerdir o kadar çok ağır yemek yiyorum ve o kadar hareketsizim ki 10 kilo almışımdır herhalde. Çok kilolu hissediyorum.
Bizim çadır, kamp merkezine en uzaktaki çadır. Çadırımızın adı “Ngiri” yani Masai dilinde “yaban domuzu.” Karanlıkta Masai “askari”ler bize eskortluk ediyor ve evet “askari” asker demekmiş. Bu arada Svahili’de “Hakuna Matata” “Hiçbir şey/sorun değil” demekmiş “teşekküre” cevap olarak. Aynı Lion King’deki şarkı gibi.
Şimdi çadırımızın yakınında bir grup genç konuşuyor, şarkı söylüyor. Shampole’deki gibi huzur yok maalesef.
All photos, Copyright Travelogueress
No comments:
Post a Comment