Search Travelogueress

Friday, 3 December 2010

Kenya Bölüm IV

Pazar 21 Aralık 2008

Bu sabah 6’da güneşin doğusunu izleyip, biraz çay yudumladıktan sonra 6.30’da safariye çıktık. Sabah serinliğinde, apaydınlık vadide dağlar, ağaçlar, otlar ve gökyüzü bir başka güzeldi.
Bugün ilk gördüğümüz heybetli bir buffalo sürüsüydü. Boynuzları gerçekten çok heybetli ve ürkütücüydü. Afrika’da aslanlardan sonra en tehlikeli hayvanlar buffalolarmış.

Sonra yarasa kulaklı tilki, rengârenk, dünyalar güzeli Kingfisher kuşu ve başka türden bir sürü kuş gördük. Onlarca zürafa bir arada otlanıyor, koşuşturuyor, bizden saklandıklarını sanıyorlar ama uzun boyunlarını bizden bir türlü gizleyemiyorlardı.

Boğa sürülerini otlatan bir Masai oğlan çocuğundan sonra rehberimiz, çitanın miyavlama ve kuş cikcikleşmesi arasındaki sesini duydu. Kız ve erkek kardeş 2 çitayı hızla koşarken gördük. Sonra durakladılar. Onları inceleme ve resimlerini çekme fırsatı yakaladık, muhteşemdi. Aslanlardan daha küçük başları var. Arka bacakları ön bacaklarından daha uzun ve çok zayıf olduklarından çok kaslı oldukları da görülebiliyordu.
Waterbuck denilen başka bir hayvan da gördük.
Hafiften bir lamayı andıran ama kahverengi tüylü, yağlı ciltli bir hayvan. Sulu yerlerde yaşayıp otladıkları için isimleri waterbuck.
Salgıladıkları koku ve yağlı derileri yüzünden avcı hayvanlar çok çaresiz kalmadıkları sürece bu hayvanı avlamazlarmış.
Zebraların, antilopların, şahinlerin, akbabaların ve diğer birçok hayvanın Afrika’da bir sürü çeşidi varmış. Yani hepsi bir tür değil. Allah gerçekten dünyada inanılmaz zenginlikler yaratmış.



Bugün burada geçirdiğimiz diğer günler gibi oldukça tembel bir gün geçirdik. Havuza girdik, dinlendik. Bodrum’da Ağustos ayında yaşanan sıcaklık şu anda Güney Yarımküre’de olduğumuz için Aralık’ta Kenya’da yaşanıyor. Bugün gerçekten kavurucu bir sıcak vardı.

Öğleden sonra biraz uyuduktan sonra kaldığımız yere fazla uzak olmayan bir Masai köyüne gittik. Kaldığımız yer, vahşi hayatı koruma alanı içinde ama bu köy nehrin öbür tarafında ve koruma alanının içinde değil. Gelen turistlerin para ödediğini bildiği için köylüler gelişimize sevindi.
Aslında bir köy bir aileden, bir aile de bir erkek, ne kadar sayıda karısı varsa hepsi, çocukları ve hayvanlarından oluşuyor. Bazen yaşlılar da orada yaşıyor. Köylerini bir çember içinde tutuyorlar ve bu çemberin içine çamurdan ve kamıştan kulübeler inşa ediyorlar (kadınlar tarafından). Kadınlar bir yerde, çocuklar bir yerde ya da bir arada, ya da ilk eş ve çocukları bir yerde yaşıyor. Her şey çok yalın ve basit.
Yemek pişirilen yer, uyulan, oturulan ve yemek yenilen yer aynı mekân. Evin içinde ateş hep yanıyor. Geceleri içeriyi sıcak tutmak, sivrisinekleri uzaklaştırmak ve gözleri bakteri ve hastalıklardan korumak, bir de yemek pişirmek için.
Yatakları ağaç dallarından ve inek derisinden yapılıyor. İnek derisi üzerinde uyuyorlar. Suyun bidonlarda uzaklardan taşınması, ev inşaatı, hayvan ve çocukların bakımından kadınlar sorumlu ve hiçbir söz hakları yok.
Gittiğimiz köyde baba 50 yaşında, iki karısı 18 yaşındaydı. Erkek çocukları 18 yaşında sünnet ediliyor ve sünnet edildikten sonra “savaşçı” olarak kabul ediliyor. Kızların sünnet edilmesi hala süregelen bir vahşet.

En küçük çocukları olan 2–3 yaşındaki bir kız çocuğu inanılmaz sevimliydi ve hep yanımdaydı. Beni kucaklıyordu, elimi tutuyordu. Sevimli şey, evlerine girdiğimizde yatağın üstüne oturmamı eliyle işaret etti.
Şanslı, zekâ gösteren erkek çocukları, kaldığımız Shampole locasının sahipleri tarafından yatılı okullarda okumaları için destekleniyormuş. Kız çocuklarının şansı daha düşük. Okumuş Masai erkekleri bir daha Masai hayatına geri dönmek istemiyormuş. Aralarında bilgisayar mühendisi olanlar varmış.
“Soba” diyerek merhabalaşıyorlar ve çocukların başlarının üstüne dokunuluyor. Binlerce yıldır yaşamlarında hiçbir şeyin değişmediği belli. Sadece okumuşlar değişiyor. Bilmeyenler belki hallerinden memnunlar ama kadınların durumu gerçekten içler acısı.

Bu köyden çıkıp pazar yerinden geçtik. Misyonerler bazı Hıristiyan okulları inşa etmişler. Pazar yerinde bir binada TV anteni, bir tane motosiklet vardı. Hatta gençler arasında çocuklar ve inekler tarafından izlenen bir futbol maçı bile oynanıyordu.
Daha sonra incir ormanına girdik. Shampole bölgesinde peyzaj gerçekten çok çeşitli. Bazı yerler yoğun orman, bazı yerler çöl, bazı yerler kayalık vs. Bu incir ormanı da çok yoğundu. Ağaçların kokusu güçlü ve tazeydi. Babunlarla doluydu.
Bu ormanda, çok ender rastlanan, çok hoş, uzun beyaz kuyruklu bir maymun olan siyah-beyaz Clobus maymunundan 3 tane varmış ve biz bir tanesini gördük!
Localarımıza geri dönüş yolunda daha önce görmüş olduğumuz iki aslanı ve bunları otluklar arasından gizlice izleyen bir buffalo gördük.
Gerçekten çok yoğun, heyecan verici ve ilginç bir gün geçirdik. Yarın buradan ayrılacağımıza üzülüyorum. Bir de tabii tekrar pırpır uçağa binmekten korkuyorum.
Bu akşam, Patrick’in anlattığına göre Etiyopya’li babası Patrick 4 yaşındayken vefat etmiş ve Danimarkalı annesi Fransız bir adamla evlenmiş. Böylece birçok dil konuşmayı öğrenmiş. Zimbabwe’de yatılı okula gidince İngilizce öğrenmiş. Joan’la resmi nikahlarından sonra (İsviçre’de) daha önce bahsettiğim incir ormanında bir kocakarı cadının yönetiminde bir Masai düğün töreniyle evlenmişler.
All photos, Copyright Travelogueress

No comments:

Post a Comment