1 Haziran 2014, Pazar - Charlotte, North Carolina (New Orleans Yolunda)
Son 2 günü Richmond,
Virginia’da geçirdik. 10 yıl sonra mezun olduğumuz üniversitenin mezuniyet yıldönümüne
katıldık. Kampüse gelmeden önce Richmond ve civarında vakit geçirdik. Bu sırada,
iyi ki Richmond ’da değil de Londra’da yaşıyorum diye düşündüm. Burada kalmış olsaydım,
aklımın sağlıklı kalacağını düşünmüyorum. Washington, D.C.’nin güneyine geçer geçmez
muhafazakâr, dindar, yavaş Amerika’ya geçiliyor. Düşünce tarzı, dünya görüşü,
bilgi seviyesi burada çok farklı. Ayrıca büyük ve zengin evler ile geniş karayolları
etrafındaki bomboş alanlar dışında hiçbir şey yok. İnsan gerçekten çıldıracakmış
gibi oluyor.
Burada geçirmiş olduğumuz
üniversite yıllarının hatırına öğrenciyken yemek yediğimiz mekânlarda ve gezdiğimiz
Carry Street’te vakit geçirdik. Carry Street’in biraz daha gelişmiş ve mağaza
ile restoran çeşidinin artmış olduğunu gördük. Ayrıca sokakta daha çok hayat, canlılık
gözlemledik. Eskiye göre daha çok bisiklete binen, hybrid araba kullanan, çevreye
daha duyarlı davranan insanlar var. Bizim öğrencilik zamanımızda olmayan sokak müzisyenleri
bile türemiş.
Daha sonra Üniversite of Richmond
’in kampüsüne vardığımızda burada nasıl kolayca 4 yıl geçirmiş olduğumuzu
tekrar hatırladık. Bu kampüs abartısız, dünyadaki en güzel üniversite kampüslerinden
biri. Neredeyse bir tatil yöresi gibi, yemyeşil, tertemiz, binalar çok hoş
mimariye sahip. Son 10 yılda inşa edilmiş yeni binalar bile eskiye sadık kalınarak
inşa edilmiş. Öğrencilere sağlanan imkânlar tekrardan ağzımızı açık bıraktı. Hiç
devlet yardımı almadan, özel bağışlarla inanılmaz zenginliğe ve imkânlara sahip
bir üniversite. Business okulunda öğrencilerin kullanabileceği bir borsa odası
bile var. Benim ders aldığım dans ve tiyatro okulu bir başka güzel ve dünyada birçok
sahnenin sahip olmadığı olanaklara sahip.
Bizim mezuniyetimizden
sonra inşa edilmiş yeni bina ve düzenlemelerin yanı sıra, kampüste ücretsiz
bisiklet servisi, ayrıca araba kiralama servisi, elektrikli araba şarjı gibi
eklemeler de yapılmış. En sevdiğim dans öğretmenimi ziyaret etme fırsatım oldu
ve beni hatırlaması beni inanılmaz mutlu etti. Yabancı öğrencilerin koordinatörü,
business school’daki hocalar, eski arkadaşlar, yüzlerini hatırladığımız ama çoğu
zaman isimlerini hatırlayamadığımız daha başka birçok eski mezun… Herkesi görmek
çok nostaljikti. 10 yıl geriye döndük. Çok da yaşlanmadığımızı düşündük. Eski
yatakhanelerimize girip, eski günleri andık. Tekrar üniversite öğrencisi olduk
sanki.
Ama tekrar anladım ki
insan hayatının farklı evrelerinde etrafını ve gördüklerini farklı algılıyor. Öğrenciyken,
hep bir dersten öbürüne koşturup, notlarımı ve mezuniyetten sonra bulacağım işi
dert ederken etrafımın yani eşsiz Üniversite of Richmond Kampüsü’nün güzellik
ve olanaklarını bu kadar algılayabilip, tam anlamıyla takdir edebilmiş olduğumu
hiç sanmıyorum. Mezuniyetten 10 yıl sonra gözlerim her şeyi daha farklı algılıyor,
güzellikleri takdir edebiliyor.
-----------
New Orleans’a iner inmez sağanak
yağış ve fırtına başladı. Louis Armstrong Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz kendimizi
inanılmaz sıcak nemin içinde bulduk. Neyse ki Fransız Mahallesi’ndeki Le Marais
isimli otelimize varana kadar yağış ve fırtına son buldu.
İlk iş olarak otelimizin yakınındaki
Mr. B’s Bistro ’da öğle yemeğimizi yedik. Yemekten çok atmosfer hoştu.
Amerika’da olduğumuz şüphe götürmezdi ancak blues yapan canlı orkestra, dekor
ve garsonların üniforma ve ikram tarzları Fransız esintisi karışımı, eski bir
zamandan kalma, ancak filmlerden tanıdığımız bir Amerika’yı çağrıştırıyordu.
New Orleans’ın Fransız Mahallesi’nde dolandıkça, Kaliforniya’da Santa Monica, Santa
Barbara ve San Francisco dışında şehir merkezine yakın Amerika’da sokaklarda dolaşabildiğimiz
bir yerde olduğumuzu fark ettim. Conti ve Royal isimli sokaklar boyunca ve çevresinde
Fransız, İspanyol ve Karayip özellikleri taşıyan bu oldukça farklı Amerikan şehri
çok hoşuma gitti. Buralar nitekim temizce, gün ışığında güvenlimce, hoş mekânlara
sahip sokaklar.
Ancak Mississipi Nehri
kenarına varıp, nehir boyunca meşhur Café du Monde’a ve Fransız Hal’ine doğru yürüdükçe
hisler ve izlenimler değişmeye başladı.
Bir kere bozuk para isteyen birçok insanın
yaklaşımı, bağımlıların çokluğu, gün içinde köprü altına uyuşturucu veya başka
sebeplerle girdiğini gördüğümüz insanlar oldukça üzücüydü. Jackson Meydanı’nda
bulunan ülkenin işleyen en eski katedralinin sunduğu manzara çok hoş.
Yine de
meydan etrafındaki Decatour gibi sokaklarda her dükkândan gelen yoğun tütsü
kokusu, büyücülük (voodoo) mağazaları da elbette New Orleans’ı New Orleans
yapan özellikler olsa da, bir nevi buraya L.’yla gelmemiş olmaktan dolayı mutluyum.
Benim için her şeyi
mahveden aslında Decatour Sokağı’nda kafayı bulduktan sonra çalgı çalan bir adamın
sırtına boynundan bağlamış olduğu yavru kediyi görmek oldu. Sinirlerim altüst
oldu. Direk olarak adama müdahale etmek istedim ama hamile olduğum için ve adam
kafayı bulmuş olduğu için çekindim. Uzun sure polis aradım sokaklarda ve bulamadım.
Bunun üzerine tur otobüsü işletmelerinin ofisinde bulunan bir bayandan
hayvanlara yapılan zulüm için aranabilecek bir numara olup olmadığını sordum. Sağ
olsun o bayan hemen gerekli numarayı cevirdi ve durumu anlattık. Gelip bakacaklarını
söylediler ama ses tonlarından çok da ikna olduğumu söyleyemem. Daha sonra aynı
sokaktan geçerken o adamı görmedim. Umarım zavallı kedicik bir şekilde kurtulmuştur.
Ama benim için bu hilal seklinde planlanmış ve şehir logolarından birinin hilal
ve yıldız olduğu New Orleans’ı tamam mahvetti.
Sokakta en az 7 kişilik at arabalarını çeken atları gördükçe de çok sinirlendim ve üzüldüm. Türkiye’de Büyükada’daki zavallı atlara bile o kadar yüklenmiyor.
Sokakta en az 7 kişilik at arabalarını çeken atları gördükçe de çok sinirlendim ve üzüldüm. Türkiye’de Büyükada’daki zavallı atlara bile o kadar yüklenmiyor.
Otelden bize önerildiği üzere
Frenchmen Sokağı’ndaki Three Muse isimli barda biraz soluklandık, müzik dinledik.
Frenchmen Sokağı’nda her bardan sürekli caz ve blues sesleri yükseliyor. New Orleans’ın
Fransız Mahallesi özellikle eski dönemlerde gerçekten çok değişik ve hoştu
eminim.
Simdi de karakter sahibi bir bölge ancak maalesef sürekli sarhoş üniversite
öğrencileri ve turistler ile esrardan kafayı bulmuş, orta yaşı geçkin yerliler görüntüyü
çirkinleştiriyor ve ayık kafayla buranın tadını çıkarmayı güçleştiriyor.
02 Haziran 2014, Pazartesi - Le Marais Oteli, New
Orleans, Louisiana
Sabah Fransız
Mahallesi’nin sokaklarını deterjanlı suyla yıkanmış bulduk. Önceki gün ve gece gördüğümüz,
kokladığımız çirkinlik ve kirlilikleri biraz üstünden atmıştı şehir. Hiçbir şeyi
kaçırmadığımızdan emin olmak için tur otobüsüyle tüm şehri gezdik. Oldukça pahalı
olsa da, Fransız Mahallesi dışındaki bölgeleri de görmenin iyi bir yolu oldu.
Kesinlikle San Francisco gibi, diğer Amerika’nın büyük şehirlerinde daha
karakterli, farklı bir yer. Nemli havası oldukça rahatsız edici gerçi. Caz ve
blues’un şehrin tarih ve kültüründe çok etkisi var. En çok beğendiğim bölge
Garden Mahallesi oldu.
Birbirlerine yakın inşa edilmiş bu hoş verandalı evler, güzel
bahçeler içinde. Mardi Gras World denilen hangarda karnaval döneminde kullanılan
araçlar ve heykeller tutuluyor. Oldukça ilginç bir görüntü.
Hamile olarak gelmeseydim
buraya, yerel yemekleri tatmak için bir engelim olmazdı, ancak yerel yemekler baharatlı
midye, karides, kedi baliği gibi deniz ürünleri üzerine gelişmiş olduğu için seçeneklerim
kısıtlı.
Ancak meşhur tatlıları Beignet’i tattım. Çok tatlı bir lokma gibi. Üzerine
bol pudra şekeri ekliyorlar.
Şehrin sokaklarında yürürken kızarmış yağ, midye kokularından
kaçmak mümkün değil.
Aslında güzel olabilecek
bir seyahat ne yazık ki dün şahit olduğum zavallı kedinin haliyle ve bu durumun
dün gece bile rüyama girmesiyle mahvoldu. Muhtemelen yardım ulaşamadan kedicik öldü.
Geciktiğim için kendime kızıyorum.
New Orleans’ta meşhur Bourbon Sokağı yerine Conti ve Royal Sokaklarında,
Garden Mahallesi’nde, Mississipi Nehir kenarında vakit geçirmek daha anlamlı.
Bourbon Street, İspanya, Yunanistan, hatta Türkiye’de çoğunlukla sarhoş
turistlerin tatsız hale getirdiği tatil yöreleri gibi.
Bu şehirde bir, bir buçuk
gün geçirmek yeterli olabiliyor.
All Copyright Travelogueress.blogspot.com
No comments:
Post a Comment