Search Travelogueress

Thursday, 3 July 2014

A.B.D. Doğu Yakası Bölüm II: Richmond, VA & New Orleans, LA

1 Haziran 2014, Pazar - Charlotte, North Carolina (New Orleans Yolunda)

Son 2 günü Richmond, Virginia’da geçirdik. 10 yıl sonra mezun olduğumuz üniversitenin mezuniyet yıldönümüne katıldık. Kampüse gelmeden önce Richmond ve civarında vakit geçirdik. Bu sırada, iyi ki Richmond ’da değil de Londra’da yaşıyorum diye düşündüm. Burada kalmış olsaydım, aklımın sağlıklı kalacağını düşünmüyorum. Washington, D.C.’nin güneyine geçer geçmez muhafazakâr, dindar, yavaş Amerika’ya geçiliyor. Düşünce tarzı, dünya görüşü, bilgi seviyesi burada çok farklı. Ayrıca büyük ve zengin evler ile geniş karayolları etrafındaki bomboş alanlar dışında hiçbir şey yok. İnsan gerçekten çıldıracakmış gibi oluyor.

Burada geçirmiş olduğumuz üniversite yıllarının hatırına öğrenciyken yemek yediğimiz mekânlarda ve gezdiğimiz Carry Street’te vakit geçirdik. Carry Street’in biraz daha gelişmiş ve mağaza ile restoran çeşidinin artmış olduğunu gördük. Ayrıca sokakta daha çok hayat, canlılık gözlemledik. Eskiye göre daha çok bisiklete binen, hybrid araba kullanan, çevreye daha duyarlı davranan insanlar var. Bizim öğrencilik zamanımızda olmayan sokak müzisyenleri bile türemiş.
Daha sonra Üniversite of Richmond ’in kampüsüne vardığımızda burada nasıl kolayca 4 yıl geçirmiş olduğumuzu tekrar hatırladık. Bu kampüs abartısız, dünyadaki en güzel üniversite kampüslerinden biri. Neredeyse bir tatil yöresi gibi, yemyeşil, tertemiz, binalar çok hoş mimariye sahip. Son 10 yılda inşa edilmiş yeni binalar bile eskiye sadık kalınarak inşa edilmiş. Öğrencilere sağlanan imkânlar tekrardan ağzımızı açık bıraktı. Hiç devlet yardımı almadan, özel bağışlarla inanılmaz zenginliğe ve imkânlara sahip bir üniversite. Business okulunda öğrencilerin kullanabileceği bir borsa odası bile var. Benim ders aldığım dans ve tiyatro okulu bir başka güzel ve dünyada birçok sahnenin sahip olmadığı olanaklara sahip.
Bizim mezuniyetimizden sonra inşa edilmiş yeni bina ve düzenlemelerin yanı sıra, kampüste ücretsiz bisiklet servisi, ayrıca araba kiralama servisi, elektrikli araba şarjı gibi eklemeler de yapılmış. En sevdiğim dans öğretmenimi ziyaret etme fırsatım oldu ve beni hatırlaması beni inanılmaz mutlu etti. Yabancı öğrencilerin koordinatörü, business school’daki hocalar, eski arkadaşlar, yüzlerini hatırladığımız ama çoğu zaman isimlerini hatırlayamadığımız daha başka birçok eski mezun… Herkesi görmek çok nostaljikti. 10 yıl geriye döndük. Çok da yaşlanmadığımızı düşündük. Eski yatakhanelerimize girip, eski günleri andık. Tekrar üniversite öğrencisi olduk sanki.

Ama tekrar anladım ki insan hayatının farklı evrelerinde etrafını ve gördüklerini farklı algılıyor. Öğrenciyken, hep bir dersten öbürüne koşturup, notlarımı ve mezuniyetten sonra bulacağım işi dert ederken etrafımın yani eşsiz Üniversite of Richmond Kampüsü’nün güzellik ve olanaklarını bu kadar algılayabilip, tam anlamıyla takdir edebilmiş olduğumu hiç sanmıyorum. Mezuniyetten 10 yıl sonra gözlerim her şeyi daha farklı algılıyor, güzellikleri takdir edebiliyor.

-----------

New Orleans’a iner inmez sağanak yağış ve fırtına başladı. Louis Armstrong Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz kendimizi inanılmaz sıcak nemin içinde bulduk. Neyse ki Fransız Mahallesi’ndeki Le Marais isimli otelimize varana kadar yağış ve fırtına son buldu.

İlk iş olarak otelimizin yakınındaki Mr. B’s Bistro ’da öğle yemeğimizi yedik. Yemekten çok atmosfer hoştu. Amerika’da olduğumuz şüphe götürmezdi ancak blues yapan canlı orkestra, dekor ve garsonların üniforma ve ikram tarzları Fransız esintisi karışımı, eski bir zamandan kalma, ancak filmlerden tanıdığımız bir Amerika’yı çağrıştırıyordu. New Orleans’ın Fransız Mahallesi’nde dolandıkça, Kaliforniya’da Santa Monica, Santa Barbara ve San Francisco dışında şehir merkezine yakın Amerika’da sokaklarda dolaşabildiğimiz bir yerde olduğumuzu fark ettim. Conti ve Royal isimli sokaklar boyunca ve çevresinde Fransız, İspanyol ve Karayip özellikleri taşıyan bu oldukça farklı Amerikan şehri çok hoşuma gitti. Buralar nitekim temizce, gün ışığında güvenlimce, hoş mekânlara sahip sokaklar.
Ancak Mississipi Nehri kenarına varıp, nehir boyunca meşhur Café du Monde’a ve Fransız Hal’ine doğru yürüdükçe hisler ve izlenimler değişmeye başladı. 
Bir kere bozuk para isteyen birçok insanın yaklaşımı, bağımlıların çokluğu, gün içinde köprü altına uyuşturucu veya başka sebeplerle girdiğini gördüğümüz insanlar oldukça üzücüydü. Jackson Meydanı’nda bulunan ülkenin işleyen en eski katedralinin sunduğu manzara çok hoş. 
Yine de meydan etrafındaki Decatour gibi sokaklarda her dükkândan gelen yoğun tütsü kokusu, büyücülük (voodoo) mağazaları da elbette New Orleans’ı New Orleans yapan özellikler olsa da, bir nevi buraya L.’yla gelmemiş olmaktan dolayı mutluyum.
Benim için her şeyi mahveden aslında Decatour Sokağı’nda kafayı bulduktan sonra çalgı çalan bir adamın sırtına boynundan bağlamış olduğu yavru kediyi görmek oldu. Sinirlerim altüst oldu. Direk olarak adama müdahale etmek istedim ama hamile olduğum için ve adam kafayı bulmuş olduğu için çekindim. Uzun sure polis aradım sokaklarda ve bulamadım. Bunun üzerine tur otobüsü işletmelerinin ofisinde bulunan bir bayandan hayvanlara yapılan zulüm için aranabilecek bir numara olup olmadığını sordum. Sağ olsun o bayan hemen gerekli numarayı cevirdi ve durumu anlattık. Gelip bakacaklarını söylediler ama ses tonlarından çok da ikna olduğumu söyleyemem. Daha sonra aynı sokaktan geçerken o adamı görmedim. Umarım zavallı kedicik bir şekilde kurtulmuştur. Ama benim için bu hilal seklinde planlanmış ve şehir logolarından birinin hilal ve yıldız olduğu New Orleans’ı tamam mahvetti.
Sokakta en az 7 kişilik at arabalarını çeken atları gördükçe de çok sinirlendim ve üzüldüm. Türkiye’de Büyükada’daki zavallı atlara bile o kadar yüklenmiyor.

Otelden bize önerildiği üzere Frenchmen Sokağı’ndaki Three Muse isimli barda biraz soluklandık, müzik dinledik. 
Frenchmen Sokağı’nda her bardan sürekli caz ve blues sesleri yükseliyor. New Orleans’ın Fransız Mahallesi özellikle eski dönemlerde gerçekten çok değişik ve hoştu eminim. 
Simdi de karakter sahibi bir bölge ancak maalesef sürekli sarhoş üniversite öğrencileri ve turistler ile esrardan kafayı bulmuş, orta yaşı geçkin yerliler görüntüyü çirkinleştiriyor ve ayık kafayla buranın tadını çıkarmayı güçleştiriyor.

02 Haziran 2014, Pazartesi - Le Marais Oteli, New Orleans, Louisiana

Sabah Fransız Mahallesi’nin sokaklarını deterjanlı suyla yıkanmış bulduk. Önceki gün ve gece gördüğümüz, kokladığımız çirkinlik ve kirlilikleri biraz üstünden atmıştı şehir. Hiçbir şeyi kaçırmadığımızdan emin olmak için tur otobüsüyle tüm şehri gezdik. Oldukça pahalı olsa da, Fransız Mahallesi dışındaki bölgeleri de görmenin iyi bir yolu oldu. Kesinlikle San Francisco gibi, diğer Amerika’nın büyük şehirlerinde daha karakterli, farklı bir yer. Nemli havası oldukça rahatsız edici gerçi. Caz ve blues’un şehrin tarih ve kültüründe çok etkisi var. En çok beğendiğim bölge Garden Mahallesi oldu.
Birbirlerine yakın inşa edilmiş bu hoş verandalı evler, güzel bahçeler içinde. Mardi Gras World denilen hangarda karnaval döneminde kullanılan araçlar ve heykeller tutuluyor. Oldukça ilginç bir görüntü.
Hamile olarak gelmeseydim buraya, yerel yemekleri tatmak için bir engelim olmazdı, ancak yerel yemekler baharatlı midye, karides, kedi baliği gibi deniz ürünleri üzerine gelişmiş olduğu için seçeneklerim kısıtlı. 
Ancak meşhur tatlıları Beignet’i tattım. Çok tatlı bir lokma gibi. Üzerine bol pudra şekeri ekliyorlar. 
Şehrin sokaklarında yürürken kızarmış yağ, midye kokularından kaçmak mümkün değil.

Aslında güzel olabilecek bir seyahat ne yazık ki dün şahit olduğum zavallı kedinin haliyle ve bu durumun dün gece bile rüyama girmesiyle mahvoldu. Muhtemelen yardım ulaşamadan kedicik öldü. Geciktiğim için kendime kızıyorum.


New Orleans’ta meşhur Bourbon Sokağı yerine Conti ve Royal Sokaklarında, Garden Mahallesi’nde, Mississipi Nehir kenarında vakit geçirmek daha anlamlı. Bourbon Street, İspanya, Yunanistan, hatta Türkiye’de çoğunlukla sarhoş turistlerin tatsız hale getirdiği tatil yöreleri gibi.
Bu şehirde bir, bir buçuk gün geçirmek yeterli olabiliyor. 
All Copyright Travelogueress.blogspot.com

No comments:

Post a Comment