Search Travelogueress

Thursday, 10 July 2014

U.S.A. East Coast Part III: Key West & Miami Beach, Florida

3 June 2014, Tuesday, Key West, Florida

We had come to the most southern town of the USA with the hope of getting some Caribbean air and relaxing on the beach; however, in Key West, which is only 90 miles away from Cuba, we were greeted by tropical showers. 
It looks like the weather conditions will not change for the next week either. At least, the boutique hotel, Traveler’s Palm where we are staying is nice (although there is no breakfast served).  
As the tropical rain is not cold, we have decided to risk getting wet and explore the main street in the town, Duval Street. All the tourists must have had the same thought. 
No one seemed to care about the rain. There are nice art galleries, variety of cafes and restaurants and houses carrying colonial and Cuban influences on Duval Street. 
Ernest Hemingway’s house and the 45 cats with 6 toes, which are located on Whitehead Street (parallel to Duval Street) is a place that can be visited on a rainy day. What’s nice and unique to Key West is the free roaming wild chicken and roosters everywhere.

I really miss L. Her chubby baby hands, cheeks, beautiful face, little shoulders, curly hair are always on my mind.

5 June 2014, Thursday, Miami Beach, Florida

As the heavy showers stopped, we managed to enjoy the beach in Key West, even though it was still cloudy. Nevertheless, despite the cloudy weather, using sun protection and covering my face and body as much as I can, I burnt red like a steak. Even though Key West is a pretty and relaxing holiday town, I can’t say that I enjoyed it much. L. is always on my mind and I can’t seem to enjoy anything if she is not with me.

As we left Key West this morning, the sun was shining brightly with not a single cloud in the sky. This way, the pristine cleanliness and the blue of the ocean became clear as day.

As we approached Miami, the traffic, the complexity of the roads and the driving style of the locals became scary. Until we reached Miami Beach, where we are actually staying, we became very tense. I actually didn’t know that Miami Beach was a different place to Miami until I got here. I always thought that the streets we see on TV and films and Southbeach were in Miami but that’s not the case. They are in Miami Beach. Miami is just another big town. Miami Beach on the other is very nice. We settled in a boutique hotel called The Angles, which is very close to Ocean Drive. When they saw that I am pregnant, they gave us a better pool facing room with 3 floors and a gift for the baby.
However, parking is a major problem here and very expensive. And the sun is very strong. I either got too used to London weather or the sun and heat here are very different and much stronger than in the Mediterranean. It is very easy to get sun sick here.

Ocean Drive is the road closest to famous Southbeach and there are lots of nice restaurants and cafes here. At night time, they come alive with live music. Most hotels situated on Ocean Drive have Art Deco architecture style. Some have old style cars from the 1930s parked in front of them. 
This view takes me to a Hercule Poirot novel by Agatha Christie. What I liked the most is the fact that Ocean Drive is not right on the beach. Between the Drive and this very large and long, white sanded beach, there is a park with palm trees and cycling pavements going all along the beach. This way, the noise and dirt of the traffic and restaurants don’t reach the beach. Even though, we went to the beach after 6pm, the sun was still burning. Only after 7pm, it was comfortable to lounge on the beach.
Collins Avenue, which has many high fashion shops, also boasts renovated Art Deco buildings. Moreover, the pedestrianized Espagnola Way and Lincoln Road Mall also have various shops and restaurants. They are nice places to stroll in hot summer evenings. However, I am feeling very bloated and unhealthy due the amount of sugar, corn syrup and fructose found in every food and drink here. As each portion is more like for 3 people, things get worse. I don’t remember this being a problem when we were in California but in the East Coast, it is a major issue.

Meanwhile, we are trying to find a name for the baby and really struggling with boy names. We cannot agree and I am getting very tense about it.

6 June 2014, Friday, Miami Beach, Florida

Besides cooling off in blue and perfectly temperature ocean water by Southbeach (even in the early morning hours, one feels the need to cool off here), there are also surrounding towns which can be visited. Coral Gables, Coconut Grove and Key Biscayne, which are each about 30 minutes drive from Miami Beach, are among these towns.

In Coral Gables, Hispanic style villas situated in rich greenery have created a very nice world. 
Of course, there are houses in very style. Some have gone overboard and some managed to keep elegance at the right amount. 
Coconut Grove has Bahamas style villas set in large lands and a lot of tropical greenery formed during the times Miami was first being established as a city, besides nice museums built with a Hispanic style. Key Biscayne is an island connected to the mainland with long bridges. Besides the fact that it has white sanded, tropical beaches, the fact that whilst driving from one end to the other of the island, you can go through a tropical wood and park, makes this place very attractive and beautiful. However, even on this island there are skyscrapers full of flats.


All Copyright Travelogueress.blogspot.com

A.B.D. Doğu Yakası, Bölüm III: Key West & Miami Beach, Florida

3 Haziran 2014, Salı, Key West, Florida
A.B.D.’nin en güneyindeki şehrine biraz Karayip havası almak ve kumsalda dinlenmek umuduyla gelmiştik ama Küba’ya sadece 90 mil uzaklıktaki Key West’te tropik yağmur tufanında bulduk kendimizi. 
Önümüzdeki hafta boyunca da hava durumu değişmeyecek gibi. En azından kaldığımız Traveler’s Palm, hoş bir butik otel (kahvaltı ikram etmese de).
Tropik yağmur soğuk olmadığından ıslanmayı göze alarak ana cadde olan Duval Sokağı’nda dolaştık. Tüm turistler de aynı şekilde düşünmüş olmalı. 
Kimse yağmura aldırmış gibi gözükmüyordu. Duval Sokağı’nda hoş sanat galerileri, envai çeşit restoran ve kafeler, koloniyal, Küba izleri taşıyan evler var. 
Bir paralel sokak olan Whitehead Sokağı’nda bulunan Ernest Hemingway’in evi ve buradaki 6 parmaklı 45 kedi de yağmurlu günlerde ziyaret edilebilecek bir yer. Key West’e has hoş olan ise, her yerde özgürce dolasan, sahipsiz tavuk ve horozlar.

L.’yi çok özlüyorum. O yumuş yumuş elleri, yanakları, güzel suratı, minik omuzları, lüle lüle saçları hep aklımda.

5 Haziran 2014, Perşembe, Miami Beach, Florida
Sağanak yağışın dinmesiyle Key West’te bulutlu da olsa, durgun havada kumsalın tadını çıkartabildik. Ancak bulutlu havada bile ve koruyucu sürmüş olmam, yüzümü ve vücudumu mümkün olduğunca korumaya çalışmama rağmen tavada pişmiş bir biftek gibi kıpkırmızı yandım. Key West güzel ve dinlendirici bir tatil yöresi olsa da tadını çıkardım diyemem. L. sürekli aklımda ve o yanımda olmadıkça hiçbir şeyin tadını çıkaramıyorum. Her şey haram geliyor.

Bu sabah Key West’i ardımızda bırakıp Miami’ye doğru yola çıktığımızda ise hava günlük güneşlikti. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Böylece okyanusun cam gibi temizliği ve cam mavisi rengi daha bir ortaya çıktı.
Miami’ye yaklaştıkça trafik, yolların karmaşıklığı ve sürücülerin araba kullanma tarzlarından dolayı ürkütücü bir hal aldı. Miami’den çıkıp asıl kaldığımız yer olan Miami Beach’e gelene kadar oldukça strese girdik. Ben aslında buraya gelene kadar Miami Beach’ in farklı bir yer olduğunu bilmiyordum. TV ve filmlerde gördüğümüz sokaklar ve Southbeach Plajı’nın Miami’de olduğunu sanıyordum ama değilmiş. Miami Beach’teymiş. Miami sadece herhangi bir büyükşehir. Miami Beach ise gerçekten çok hoş. The Angler isimli Ocean Drive’a çok yakın bir butik otele yerleştik. Benim hamile olduğumu görünce bize daha iyi, havuza bakan, üç katlı bir oda verdiler. Bebek için de bir hediye.
Ancak park burada büyük sorun ve çok pahalı. Güneşi de çok yakıcı. Ya ben Londra havasına iyice adapte olmuşum ya da buranın sıcağı ve güneşi Akdeniz’den çok daha farklı ve kuvvetli. İnsanı hemen hasta ediyor.
Ocean Drive, meşhur Southbeach Plajı’na en yakın yol ve burada bir sürü hoş restoran ve kafeler var. Geceleri canlı müzikle daha da canlanıyorlar tabii. Ocean Drive üzerinde bulunan otellerin çoğu Art Deco mimarisine sahip. Bazılarının önünde 1930’lardan, eski model arabalar var. 
Bu görüntü insanı bir Agatha Christie’nin Hercule Poirot romanına götürüyor adeta. En çok hoşuma giden, Ocean Drive’ın hemen kumsala bakmıyor oluşu. Yol ile bu çok geniş ve upuzun beyaz kumlu kumsalın arasında palmiye ağaçları ve bisiklet yollarından oluşan genişçe ve kumsal boyunca devam eden de bir park var. Böylece trafik ve restoranların gürültüsü ve kirliliği kumsala yetişmiyor. Plaja aksam 6’dan sonra gitmiş olmamıza rağmen, güneş hala kavuruyordu. Ancak akşam 7’den sonra plajda daha rahatça oturulabilir bir hal alındı.
Şehirdeki Collins Avenue birçok meşhur mağazayı barındırmanın yanı sıra yine tadilattan geçip yenilenmiş Art Deco tarzı binalarıyla çok hoş. Ayrıca yayalaştırılmış Espagnola Way ve Lincoln Road Mall da çeşitli restoran ve mağazalar içeriyor. Sıcak bir yaz akşamında yürüyüş için ideal bir yer. Ancak her yiyecek ve içeceğin içindeki şeker, mısır şurubu ve früktozdan dolayı kendimi aşırı şiş ve sağlıksız hissediyorum. Porsiyonların da en az 3 kişilik olması cabası. Bu durum Kaliforniya seyahatimizde sorun olmamıştı, ancak Amerika’nın doğusunda büyük bir sorun.

Bir yandan bebeğe isim düşünüyoruz ve erkek isimlerinde çok zorlanıyoruz. Bir türlü ortak karara varamıyoruz. Bu da beni oldukça geriyor şu anda.

6 Haziran 2014, Cuma, Miami Beach, Florida

Southbeach’te cam mavisi ve mükemmel sıcaklıktaki okyanus suyunda serinlemek dışında (sabahın erken saatlerinde bile insan serinleme ihtiyacı duyuyor burada), çevre kasaba ve şehirlere de geziler düzenlenebilir. Her biri Miami Beach’e yaklaşık yarım saat mesafedeki Coral Gables, Coconut Grove ve Key Biscayne bunların içinde.


Coral Gables ’da zengin yeşilliğin içinde İspanyol tarzı villalar çok hoş bir dünya yaratmış. 
Tabii her tarzda ev var. Bazıları gösterişi abartmış, bazıları ise şıklığı tam dozunda tutabilmiş. 
Coconut Grove ise ihtişamlı İspanyol mimarisinde inşa edilmiş hoş müzelerin yani sıra, Miami şehri ilk oluşurken inşa edilmiş ve geniş alanlara sahip Bahama tarzı villalar ve bol tropik yeşilliğe sahip. Key Biscayne ise uzun köprülerle şehre bağlanmış bir ada. Yine beyaz kumlu, tropik plajlara sahip olmasının yanı sıra, adada boydan boya araba kullanırken tropik orman ve parkın içinden geçiliyor olması burayı oldukça çekici ve güzel kılıyor. Ancak bu adada bile yüksek gökdelenler inşa edilmiş. Hepsi daire dolu.

All Copyright Travelogueress.blogspot.com 

Thursday, 3 July 2014

U.S.A. East Coast Part II: Richmond, VA & New Orleans, LA

1 June 2014, Sunday - Charlotte, North Carolina (On Way to New Orleans)
We spent the last 2 days in Richmond, Virginia. We joined the 10 year reunion of our university. Before arriving on campus, we spent some time in Richmond and its surroundings. All the while, I’ve been thinking that thank God that I live in London and not Richmond. If I had stayed here, I don’t think my mental health would be stable. As soon as one goes south of Washington, D.C., the conservative, religious and slow USA starts. The way of thinking, level of education are very different here. Also, besides the big and rich houses and the empty fields by the large highways, there is nothing. One feels like going mad.

We spent some time in places we used to eat and walked around Carry Street to reminisce about our student years. We noticed that Carry Street has developed a little with more variety of shops and restaurants. There was more life and activity on the street. There are more people riding bicycles, driving hybrid cars, generally being more environmentally friendly than they used to. There are even street musicians who did not used to exist when we were students here.
Then, when we reached the University of Richmond campus, I remembered again how we easily managed to spend 4 years here. Without exaggeration, this campus is one of the most beautiful in the world. It is like a holiday resort, green, clean, the buildings have beautiful architecture. Even the new buildings constructed in the last 10 years are respectful of the old. The opportunities offered to students gobsmacked us once again. This university has incredible wealth and opportunities thanks to only private donations and no state funding at all. There is even a trading room for students in the Business School.  The Dance and Theatre School where I used to take classes has facilities, which don’t exist in world famous stages.
Apart from the new buildings and arrangements constructed after our graduation, there are other additions such as free bicycles, car rental and electric car charging point. I had the opportunity to visit my favourite dance teacher and I was very happy when she actually remembered me. The Director of Study Abroad, the professors in business school, old friends, many other graduates whose faces looked familiar but we couldn't quite remember the names…It was very nostalgic seeing everyone. We went back 10 years. We think that we didn't age too much. We entered our old dormitories and reminisced about old days. It was as if we were university students again.

But I understood again that one appreciates one’s surroundings differently at different stages in life. When I was a student, running from one class to another, worrying about my grades and finding a job after graduation, I don’t think that I fully grasped and appreciated the beauty and facilities of the University of Richmond Campus. 10 years after graduation, my eyes see things differently, they can appreciate the beauty.

-----------

As soon as we landed in New Orleans, thunder storms have started. As soon as we left the Louis Armstrong Airport, we found ourselves in an incredibly hot and humid weather. Thankfully, by the time we reached our hotel, Le Marais, in the French Quarter, the rain and storm have ended.

First things first, we had our lunch at Mr. B’s Bistro, which is close to our hotel. More than the food, the atmosphere was very nice. Without a doubt, we were in the US but the blues singing live orchestra, the interior design, the waiters’ uniforms and service style reminded me of an America, which we know from old movies with a little hint of French. As we were walking around New Orleans’s French Quarter, I noticed that we were somewhere that we could walk on the streets near downtown, like Santa Monica, Santa Barbara and San Francisco in California. Along the Conti and Royal streets and nearby, with the French, Spanish and Caribbean characteristics, I really liked this city. These areas are relatively clean and safe during day time.
However, as we reached the banks of the Mississippi River and walked along towards the famous Café du Monde and the French Market, the feelings and impressions started to change. 
The sheer number of people asking for change, of drug addicts, and seeing people walking under a bridge for drugs and other reasons were very saddening.  The view offered by the country’s longest serving cathedral on Jackson Square is very nice. 
Nevertheless, whilst the heavy scent of essence and the voodoo shops in streets like Decatour around the square are what make New Orleans what it is, in a way, I am glad not to have come here with L.
What actually ruined everything for me was witnessing on Decatour Street, a high man playing music with a kitten hanging on his back, strangled with a belt. I had a nervous breakdown. I wanted to interfere directly but because I am pregnant and because the man was high, I hesitated. For a long time, I looked for police without success. Then, I asked a lady working in the tour bus operator’s office whether there is a number to call to report animal cruelty. Thankfully, she immediately dialed the number. We were told that they would come and check the situation but I wasn't really convinced by the tone of their voice. Later on, as we passed through that street again, I didn't see the man in question. I hope that the poor kitten is saved. However, this has completely ruined this city planned liked crescent for me. 
When I saw the little horses pulling carriages for at least 7 people, I also got very angry and upset. Even on the Prince’s Islands in Turkey, they don’t work the poor horses that hard.

We took a breath at a bar called Three Muses on Frenchmen Street, which was recommended by our hotel and listened to some music. 
The sounds of jazz and blues come out of every bar on the Frenchmen Street. 
I am sure that, especially in the old days, New Orleans’ French Quarter was very different and nice. Now also it is an area with a character; however, the drunkard university students and tourists and the middle aged, drug addict locals turn it ugly and make it difficult to enjoy the place with a clear and clean mind.

02 June 2014, Monday, Hotel Le Marais, New Orleans, Louisiana

In the morning, we found the streets of the French Quarter washed with detergent. The city had washed away the ugliness and dirt, which we had seen and smelled the day and night before. Just to ensure that we are not missing anything, we went around the entire city with a tour bus. Even though it was quite expensive, it was a good way of seeing the parts of the city outside the French Quarter. Just like San Francisco, it is a place with more character and different than other big American cities. The humid weather is very uncomfortable though. Jazz and blues has major impact on the city’s history and culture.

My favourite area has been the Garden Quarter.
Beautiful houses with nice verandas built very close to each other are situated in nice gardens.  In the warehouse called Mardi Gras World, the vehicles, ornaments and statues used during the carnival are kept. They create quite an interesting and creepy look.
If I hadn't come here pregnant, I wouldn't have anything to stop me from trying the local delicacies; however, the local cuisine has developed around spicy seafood like oyster, shrimp, catfish etc, so my options are limited. 
Nevertheless, I got to try the famous dessert Beignet. It is like a very sweet doughnut with powder sugar on top. 
It is impossible to avoid the smell of fried oil and oyster whilst walking on the streets.

Actually, a trip, which could have been very nice was ruined by witnessing what that poor kitten went through yesterday and having a nightmare about it last night. Probably, the poor kitten passed away before the help could arrive. I am angry with myself for being late.

It makes more sense to spend time around Conti and Royal Streets, Garden Quarter and by the Mississippi River when in New Orleans than on the famous Bourbon Street. 
This street is like one of those Spanish, Greek or even Turkish holiday towns ruined by drunk tourists. One or one and half days is sufficient to go around in this town.
All Copyright Travelogueress.blogspot.com 

A.B.D. Doğu Yakası Bölüm II: Richmond, VA & New Orleans, LA

1 Haziran 2014, Pazar - Charlotte, North Carolina (New Orleans Yolunda)

Son 2 günü Richmond, Virginia’da geçirdik. 10 yıl sonra mezun olduğumuz üniversitenin mezuniyet yıldönümüne katıldık. Kampüse gelmeden önce Richmond ve civarında vakit geçirdik. Bu sırada, iyi ki Richmond ’da değil de Londra’da yaşıyorum diye düşündüm. Burada kalmış olsaydım, aklımın sağlıklı kalacağını düşünmüyorum. Washington, D.C.’nin güneyine geçer geçmez muhafazakâr, dindar, yavaş Amerika’ya geçiliyor. Düşünce tarzı, dünya görüşü, bilgi seviyesi burada çok farklı. Ayrıca büyük ve zengin evler ile geniş karayolları etrafındaki bomboş alanlar dışında hiçbir şey yok. İnsan gerçekten çıldıracakmış gibi oluyor.

Burada geçirmiş olduğumuz üniversite yıllarının hatırına öğrenciyken yemek yediğimiz mekânlarda ve gezdiğimiz Carry Street’te vakit geçirdik. Carry Street’in biraz daha gelişmiş ve mağaza ile restoran çeşidinin artmış olduğunu gördük. Ayrıca sokakta daha çok hayat, canlılık gözlemledik. Eskiye göre daha çok bisiklete binen, hybrid araba kullanan, çevreye daha duyarlı davranan insanlar var. Bizim öğrencilik zamanımızda olmayan sokak müzisyenleri bile türemiş.
Daha sonra Üniversite of Richmond ’in kampüsüne vardığımızda burada nasıl kolayca 4 yıl geçirmiş olduğumuzu tekrar hatırladık. Bu kampüs abartısız, dünyadaki en güzel üniversite kampüslerinden biri. Neredeyse bir tatil yöresi gibi, yemyeşil, tertemiz, binalar çok hoş mimariye sahip. Son 10 yılda inşa edilmiş yeni binalar bile eskiye sadık kalınarak inşa edilmiş. Öğrencilere sağlanan imkânlar tekrardan ağzımızı açık bıraktı. Hiç devlet yardımı almadan, özel bağışlarla inanılmaz zenginliğe ve imkânlara sahip bir üniversite. Business okulunda öğrencilerin kullanabileceği bir borsa odası bile var. Benim ders aldığım dans ve tiyatro okulu bir başka güzel ve dünyada birçok sahnenin sahip olmadığı olanaklara sahip.
Bizim mezuniyetimizden sonra inşa edilmiş yeni bina ve düzenlemelerin yanı sıra, kampüste ücretsiz bisiklet servisi, ayrıca araba kiralama servisi, elektrikli araba şarjı gibi eklemeler de yapılmış. En sevdiğim dans öğretmenimi ziyaret etme fırsatım oldu ve beni hatırlaması beni inanılmaz mutlu etti. Yabancı öğrencilerin koordinatörü, business school’daki hocalar, eski arkadaşlar, yüzlerini hatırladığımız ama çoğu zaman isimlerini hatırlayamadığımız daha başka birçok eski mezun… Herkesi görmek çok nostaljikti. 10 yıl geriye döndük. Çok da yaşlanmadığımızı düşündük. Eski yatakhanelerimize girip, eski günleri andık. Tekrar üniversite öğrencisi olduk sanki.

Ama tekrar anladım ki insan hayatının farklı evrelerinde etrafını ve gördüklerini farklı algılıyor. Öğrenciyken, hep bir dersten öbürüne koşturup, notlarımı ve mezuniyetten sonra bulacağım işi dert ederken etrafımın yani eşsiz Üniversite of Richmond Kampüsü’nün güzellik ve olanaklarını bu kadar algılayabilip, tam anlamıyla takdir edebilmiş olduğumu hiç sanmıyorum. Mezuniyetten 10 yıl sonra gözlerim her şeyi daha farklı algılıyor, güzellikleri takdir edebiliyor.

-----------

New Orleans’a iner inmez sağanak yağış ve fırtına başladı. Louis Armstrong Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz kendimizi inanılmaz sıcak nemin içinde bulduk. Neyse ki Fransız Mahallesi’ndeki Le Marais isimli otelimize varana kadar yağış ve fırtına son buldu.

İlk iş olarak otelimizin yakınındaki Mr. B’s Bistro ’da öğle yemeğimizi yedik. Yemekten çok atmosfer hoştu. Amerika’da olduğumuz şüphe götürmezdi ancak blues yapan canlı orkestra, dekor ve garsonların üniforma ve ikram tarzları Fransız esintisi karışımı, eski bir zamandan kalma, ancak filmlerden tanıdığımız bir Amerika’yı çağrıştırıyordu. New Orleans’ın Fransız Mahallesi’nde dolandıkça, Kaliforniya’da Santa Monica, Santa Barbara ve San Francisco dışında şehir merkezine yakın Amerika’da sokaklarda dolaşabildiğimiz bir yerde olduğumuzu fark ettim. Conti ve Royal isimli sokaklar boyunca ve çevresinde Fransız, İspanyol ve Karayip özellikleri taşıyan bu oldukça farklı Amerikan şehri çok hoşuma gitti. Buralar nitekim temizce, gün ışığında güvenlimce, hoş mekânlara sahip sokaklar.
Ancak Mississipi Nehri kenarına varıp, nehir boyunca meşhur Café du Monde’a ve Fransız Hal’ine doğru yürüdükçe hisler ve izlenimler değişmeye başladı. 
Bir kere bozuk para isteyen birçok insanın yaklaşımı, bağımlıların çokluğu, gün içinde köprü altına uyuşturucu veya başka sebeplerle girdiğini gördüğümüz insanlar oldukça üzücüydü. Jackson Meydanı’nda bulunan ülkenin işleyen en eski katedralinin sunduğu manzara çok hoş. 
Yine de meydan etrafındaki Decatour gibi sokaklarda her dükkândan gelen yoğun tütsü kokusu, büyücülük (voodoo) mağazaları da elbette New Orleans’ı New Orleans yapan özellikler olsa da, bir nevi buraya L.’yla gelmemiş olmaktan dolayı mutluyum.
Benim için her şeyi mahveden aslında Decatour Sokağı’nda kafayı bulduktan sonra çalgı çalan bir adamın sırtına boynundan bağlamış olduğu yavru kediyi görmek oldu. Sinirlerim altüst oldu. Direk olarak adama müdahale etmek istedim ama hamile olduğum için ve adam kafayı bulmuş olduğu için çekindim. Uzun sure polis aradım sokaklarda ve bulamadım. Bunun üzerine tur otobüsü işletmelerinin ofisinde bulunan bir bayandan hayvanlara yapılan zulüm için aranabilecek bir numara olup olmadığını sordum. Sağ olsun o bayan hemen gerekli numarayı cevirdi ve durumu anlattık. Gelip bakacaklarını söylediler ama ses tonlarından çok da ikna olduğumu söyleyemem. Daha sonra aynı sokaktan geçerken o adamı görmedim. Umarım zavallı kedicik bir şekilde kurtulmuştur. Ama benim için bu hilal seklinde planlanmış ve şehir logolarından birinin hilal ve yıldız olduğu New Orleans’ı tamam mahvetti.
Sokakta en az 7 kişilik at arabalarını çeken atları gördükçe de çok sinirlendim ve üzüldüm. Türkiye’de Büyükada’daki zavallı atlara bile o kadar yüklenmiyor.

Otelden bize önerildiği üzere Frenchmen Sokağı’ndaki Three Muse isimli barda biraz soluklandık, müzik dinledik. 
Frenchmen Sokağı’nda her bardan sürekli caz ve blues sesleri yükseliyor. New Orleans’ın Fransız Mahallesi özellikle eski dönemlerde gerçekten çok değişik ve hoştu eminim. 
Simdi de karakter sahibi bir bölge ancak maalesef sürekli sarhoş üniversite öğrencileri ve turistler ile esrardan kafayı bulmuş, orta yaşı geçkin yerliler görüntüyü çirkinleştiriyor ve ayık kafayla buranın tadını çıkarmayı güçleştiriyor.

02 Haziran 2014, Pazartesi - Le Marais Oteli, New Orleans, Louisiana

Sabah Fransız Mahallesi’nin sokaklarını deterjanlı suyla yıkanmış bulduk. Önceki gün ve gece gördüğümüz, kokladığımız çirkinlik ve kirlilikleri biraz üstünden atmıştı şehir. Hiçbir şeyi kaçırmadığımızdan emin olmak için tur otobüsüyle tüm şehri gezdik. Oldukça pahalı olsa da, Fransız Mahallesi dışındaki bölgeleri de görmenin iyi bir yolu oldu. Kesinlikle San Francisco gibi, diğer Amerika’nın büyük şehirlerinde daha karakterli, farklı bir yer. Nemli havası oldukça rahatsız edici gerçi. Caz ve blues’un şehrin tarih ve kültüründe çok etkisi var. En çok beğendiğim bölge Garden Mahallesi oldu.
Birbirlerine yakın inşa edilmiş bu hoş verandalı evler, güzel bahçeler içinde. Mardi Gras World denilen hangarda karnaval döneminde kullanılan araçlar ve heykeller tutuluyor. Oldukça ilginç bir görüntü.
Hamile olarak gelmeseydim buraya, yerel yemekleri tatmak için bir engelim olmazdı, ancak yerel yemekler baharatlı midye, karides, kedi baliği gibi deniz ürünleri üzerine gelişmiş olduğu için seçeneklerim kısıtlı. 
Ancak meşhur tatlıları Beignet’i tattım. Çok tatlı bir lokma gibi. Üzerine bol pudra şekeri ekliyorlar. 
Şehrin sokaklarında yürürken kızarmış yağ, midye kokularından kaçmak mümkün değil.

Aslında güzel olabilecek bir seyahat ne yazık ki dün şahit olduğum zavallı kedinin haliyle ve bu durumun dün gece bile rüyama girmesiyle mahvoldu. Muhtemelen yardım ulaşamadan kedicik öldü. Geciktiğim için kendime kızıyorum.


New Orleans’ta meşhur Bourbon Sokağı yerine Conti ve Royal Sokaklarında, Garden Mahallesi’nde, Mississipi Nehir kenarında vakit geçirmek daha anlamlı. Bourbon Street, İspanya, Yunanistan, hatta Türkiye’de çoğunlukla sarhoş turistlerin tatsız hale getirdiği tatil yöreleri gibi.
Bu şehirde bir, bir buçuk gün geçirmek yeterli olabiliyor. 
All Copyright Travelogueress.blogspot.com