Search Travelogueress

Tuesday, 30 April 2013

Las Vegas (Nevada), Grand Canyon (Arizona) & Palm Springs (California)


19/12/2012, Çarşamba, Las Vegas, Nevada
15 aylık bebeğim L. ile ilk uzaklara gezimiz. 11 saatlik uçak yolculuğu korktuğum gibi zorlu geçmedi. Canım L.’cığım harikaydı yolculuk boyunca. Ama Las Vegas’ta Platinum Hotel’de 1603 numaralı odamıza yerleştikten 2-3 saat sonra herşey değişti. Nazar değdim galiba. Şu anda saat 1:47 ve L. 3 saattir uyanık. Korkunç çığlıklarla uyandı. Buranın saatine hemen alışamadı tabii.

Uçak Las Vegas’a doğru alçalırken görüntü inanılmazdı. Tam bir ışık okyanusunun ortasına daldık. Burada anlaşılan enerji israfının haddi hesabı yok. Otelimize doğru arabada The Strip denilen meşhur caddede yol alırken, israf ve diğer her türlü aşırılığın başkentinde olduğumuz bariz bir hal aldı. Otelimiz bır kumar oteli değil ve bundan dolayı çok memnunum. Çok hoş bir suit, ücretsiz vale imkanı olduğu ve 15 aylık bir bebekle olduğumuz için oldukça rahat. Ah bir de bizim kız uyuması gerektiği zaman uyusa…Havayolu L.’nın pusetini Londra’da unutmuş. 10 kg’nın üzerindeki çocuk kucağımızda bakalım nasıl dolaşacağız.

15:00
Sabah saatlerini Las Vegas’ı arabayla boydan boya keşfederek geçirdik. Aslında bu kadar küçük bir şehir olmasına şaşırdım. Havaalanı neredeyse şehrin içinde. Suni bir şehir. Turist ve dolayısıyla para çekmek için yaratılmış bir fantezi dünyası. Bunun için de herşeye (kumardan tutun da aleni striptiz kulüplerine, günübirlik nikah törenine kadar) izin verilmiş. 
Amerika’daki birçok şehir gibi, binalar ve insanlar arasında bir kopukluk hissediliyor. Avrupa’daki önemli büyük şehirlerden esinlenerek inşa edilmiş otel ve gazinoların ziyaretçileri dışında, sokakta yaşam, insanlar arası ilişki ve yakınlık görülemiyor. Bugün gördüğüm birçok evsiz ve sarhoş manzaralarının dışında, asıl ilgi çekeni ve etkileyicisi, geniş otoyollarda büyük Amerikan arabalarının arasında, bisikletini süren bir adam oldu. Bisikletinin arkasında köpeğini taşıyordu ve “hayatta ondan başka kimsem yok” yazılı bir tabelayı köpeğin arkasına asmıstı. Insanın böyle bir manzaradan etkilenmemesi (hele böyle israf, aşırılık ve bir nevi maneviyat çöküntülüğü içinde) mümkün değil.

19:50

Vegas’ı karanlık çöktükten sonra binaların göz alıcı ışıkları altında da gezme fırsatı bulduk. 
The Venetian Oteli özellikle ilginç ve etkileyiciydi. 
Bir taklit doğrultusunda tasarlanmış olsa da ziyaretçilerde kuvvetli bir izlenim bırakıyor bu ve diğer devasal oteller. Bunlara otel ve gazino demek de sanki yanlış çünkü içlerinde 30 civarı restoran, büyük alışveriş merkezleri, konser ve gösteri salonları da var. Her bir otel bir şehir taklidi olması yanı sıra, neredeyse birer şehir genişliğinde. Buralara ve buralarda harcanan parayı kavrayabilmek çok zor. Sırf otellerin görünüm ve sunduklarıyla çölün ortasına her gün binlerce turist çekiyor ya bu şehir (hiçbir tarihe, güzelliğe, geçmişe dayanmaksızın), işte bu benim için yeni bir deneyim oldu. Ama bugünün benim için en güzel ve en özel anı L.’yla ilk defa elele yürümek oldu. Bir elinden F. diğerinden ben tuttum. L.’nın yüzündeki tebessüm ve mutluluk en güzel görüntüydü.

Notlar: Newton, Connecticut’da geçen gün çocukların vurulması üzerine tüm ülke yasta. Buna rağmen havaalanı dahil, her yerde silah satışı reklamları ve mağazaları görmek çok korkunç ve üzücü.

21/12/2012, Cuma, Grand Canyon, Arizona

(Bugün Maya Takvimi’ne göre dünyanın sonu gelecek).

Las Vegas’tan Arizona’ya doğru yolculuğumuz önce çöllerden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerini andıran yani banaTürkiye’den yol manzaralarını hatırlatan doğa, en son olarak da Grand Canyon için 6300 m’ye çıktığımızda  eksi 14 derecelik havada kar tutmuş ormanlardan oluştu. 
Nevada ve Arizona’nın tam eyalet ve zaman sınırında Hoover Barajı’nda mola verdik.
Grand Canyon kelimenin tam anlamıyla bir doğa harikası. 

Çok görkemli, ihtişamlı, yer yer derinliğinden dolayı ürkütücü. Dünya gözüyle gerçekten görmeye değer. Bir mil derine inen kanyonda renk dalgaları doğanın birer sanat eseri. 
Jeologlar için burası gerçekten bulunmaz cennet. Genişliği, içinde bulundurduğu canlılar ve hatta insan yerleşimleri burayı eşsiz bir hazine kılıyor. 
Grand Canyon Parkı’nda manzara noktaları arasında arabamızda giderken yolun ortasında büyük bir dişi geyik sayesinde durduk. 
Karşımızdaki bu karlar arasındaki görüntü rüya gibiydi. Bu parkta ayrıca pumalar dahi yaşıyormuş.

22/12/2012, Cumartesi, Palm Springs, California
Palm Springs’e yolculuğumuzu daha kısa süren karayolundan değil de, arka yollardan giderek, Vahşi Batı filmlerinde görmeye alışık olduğumuz yerlerden geçerek devam ettirme kararı aldık. Böylece ilk durağımız Mojave Çölü oldu. Burada bu çöle özgü Joshua ağaçları etrafı sarmalıyor.
Bu ağaçlara adını Mormonlar vermiş. Ağaçların dallarını ellerini gökyüzüne kaldırarak dua eden Peygamber Joshua’ya benzetmişler.

Bir sonraki durağımız Kelso Kum Tepeleri oldu. 
Bu türde kaktüslü, kayalık ve taşlık bir çölde, kumdan oluşumlar görmek ilginçti. 
Yol üzerindeki Ambroy kasabası uykulu, sessiz, boş olan tipik bir kovboy yerleşimi. 29 Palms kasabası ve çevresindeki yerleşimler ise yer yer kendimizi Meksika’da hissetmemizi sağlıyor. Tüm isimler Ispanyolca. Yüzler ve hatta kimi mimarı Meksika’yı çağrıştırıyor.

Palm Springs ise gerçekten çöl ortaşında bir vaha. Burası da kurak olsa da, Akdeniz iklimi daha çok hissediliyor. Iklim kendini rengarenk begonvillerin varlığıyla da kanıtlıyor zaten. Yolları sarmalayan palmiyeler ise bu yerleşime bir çekicilik katıyor. Zira 50-60 yıl öncesine kadar, Hollywood’daki yıldızların tatil mekanıydı. 
Günümüzde emeklilere özel zengin bir tatil kasabası. Bugüne kadar gördüğüm diğer A.B.D. yerleşimlerinden de farklı.  
Butikler, müzeler, mimari çok şık ve kaliteli. Las Vegas ve Los Angeles arasında Palm Springs uğranması gereken bir durak.
.....
All rights Copyright of Travelogueress.blogspot.com

No comments:

Post a Comment