19/12/2012, Çarşamba, Las Vegas, Nevada
15 aylık bebeğim L. ile ilk
uzaklara gezimiz. 11 saatlik uçak yolculuğu korktuğum gibi zorlu geçmedi. Canım
L.’cığım harikaydı yolculuk boyunca. Ama Las Vegas’ta Platinum Hotel’de 1603 numaralı
odamıza yerleştikten 2-3 saat sonra herşey değişti. Nazar değdim galiba. Şu
anda saat 1:47 ve L. 3 saattir uyanık. Korkunç çığlıklarla uyandı. Buranın saatine
hemen alışamadı tabii.
Uçak Las Vegas’a doğru alçalırken
görüntü inanılmazdı. Tam bir ışık okyanusunun ortasına daldık. Burada anlaşılan
enerji israfının haddi hesabı yok. Otelimize doğru arabada The Strip denilen meşhur
caddede yol alırken, israf ve diğer her türlü aşırılığın başkentinde olduğumuz bariz
bir hal aldı. Otelimiz bır kumar oteli değil ve bundan dolayı çok memnunum. Çok
hoş bir suit, ücretsiz vale imkanı olduğu ve 15 aylık bir bebekle olduğumuz için
oldukça rahat. Ah bir de bizim kız uyuması gerektiği zaman uyusa…Havayolu L.’nın
pusetini Londra’da unutmuş. 10 kg’nın üzerindeki çocuk kucağımızda bakalım nasıl
dolaşacağız.
…
15:00
Sabah saatlerini Las Vegas’ı
arabayla boydan boya keşfederek geçirdik. Aslında bu kadar küçük bir şehir olmasına
şaşırdım. Havaalanı neredeyse şehrin içinde. Suni bir şehir. Turist ve dolayısıyla
para çekmek için yaratılmış bir fantezi dünyası. Bunun için de herşeye (kumardan
tutun da aleni striptiz kulüplerine, günübirlik nikah törenine kadar) izin verilmiş.
Amerika’daki birçok şehir gibi, binalar ve insanlar arasında bir kopukluk hissediliyor.
Avrupa’daki önemli büyük şehirlerden esinlenerek inşa edilmiş otel ve gazinoların
ziyaretçileri dışında, sokakta yaşam, insanlar arası ilişki ve yakınlık görülemiyor.
Bugün gördüğüm birçok evsiz ve sarhoş manzaralarının dışında, asıl ilgi çekeni
ve etkileyicisi, geniş otoyollarda büyük Amerikan arabalarının arasında, bisikletini
süren bir adam oldu. Bisikletinin arkasında köpeğini taşıyordu ve “hayatta ondan
başka kimsem yok” yazılı bir tabelayı köpeğin arkasına asmıstı. Insanın böyle bir
manzaradan etkilenmemesi (hele böyle israf, aşırılık ve bir nevi maneviyat çöküntülüğü
içinde) mümkün değil.
19:50
Vegas’ı karanlık çöktükten
sonra binaların göz alıcı ışıkları altında da gezme fırsatı bulduk.
The Venetian
Oteli özellikle ilginç ve etkileyiciydi.
Bir taklit doğrultusunda tasarlanmış olsa
da ziyaretçilerde kuvvetli bir izlenim bırakıyor bu ve diğer devasal oteller. Bunlara
otel ve gazino demek de sanki yanlış çünkü içlerinde 30 civarı restoran, büyük
alışveriş merkezleri, konser ve gösteri salonları da var. Her bir otel bir şehir
taklidi olması yanı sıra, neredeyse birer şehir genişliğinde. Buralara ve buralarda
harcanan parayı kavrayabilmek çok zor. Sırf otellerin görünüm ve sunduklarıyla çölün
ortasına her gün binlerce turist çekiyor ya bu şehir (hiçbir tarihe, güzelliğe,
geçmişe dayanmaksızın), işte bu benim için yeni bir deneyim oldu. Ama bugünün
benim için en güzel ve en özel anı L.’yla ilk defa elele yürümek oldu. Bir elinden
F. diğerinden ben tuttum. L.’nın yüzündeki tebessüm ve mutluluk en güzel görüntüydü.
Notlar: Newton, Connecticut’da geçen gün çocukların vurulması üzerine tüm ülke yasta.
Buna rağmen havaalanı dahil, her yerde silah satışı reklamları ve mağazaları görmek
çok korkunç ve üzücü.
21/12/2012, Cuma, Grand Canyon, Arizona
(Bugün Maya Takvimi’ne göre
dünyanın sonu gelecek).
Las Vegas’tan Arizona’ya
doğru yolculuğumuz önce çöllerden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerini andıran
yani banaTürkiye’den yol manzaralarını hatırlatan doğa, en son olarak da Grand Canyon
için 6300 m’ye çıktığımızda eksi 14 derecelik
havada kar tutmuş ormanlardan oluştu.
Nevada ve Arizona’nın tam eyalet ve zaman
sınırında Hoover Barajı’nda mola verdik.
Grand Canyon kelimenin
tam anlamıyla bir doğa harikası.
Çok görkemli, ihtişamlı, yer yer derinliğinden
dolayı ürkütücü. Dünya gözüyle gerçekten görmeye değer. Bir mil derine inen
kanyonda renk dalgaları doğanın birer sanat eseri.
Jeologlar için burası gerçekten
bulunmaz cennet. Genişliği, içinde bulundurduğu canlılar ve hatta insan yerleşimleri
burayı eşsiz bir hazine kılıyor.
Grand Canyon Parkı’nda manzara noktaları arasında
arabamızda giderken yolun ortasında büyük bir dişi geyik sayesinde durduk.
Karşımızdaki
bu karlar arasındaki görüntü rüya gibiydi. Bu parkta ayrıca pumalar dahi yaşıyormuş.
22/12/2012, Cumartesi, Palm Springs, California
Palm Springs’e yolculuğumuzu
daha kısa süren karayolundan değil de, arka yollardan giderek, Vahşi Batı filmlerinde
görmeye alışık olduğumuz yerlerden geçerek devam ettirme kararı aldık. Böylece ilk
durağımız Mojave Çölü oldu. Burada bu çöle özgü Joshua ağaçları etrafı sarmalıyor.
Bu ağaçlara adını Mormonlar vermiş. Ağaçların dallarını ellerini gökyüzüne kaldırarak
dua eden Peygamber Joshua’ya benzetmişler.
Bir sonraki durağımız Kelso
Kum Tepeleri oldu.
Bu türde kaktüslü, kayalık ve taşlık bir çölde, kumdan oluşumlar
görmek ilginçti.
Yol üzerindeki Ambroy kasabası uykulu, sessiz, boş olan tipik
bir kovboy yerleşimi. 29 Palms kasabası ve çevresindeki yerleşimler ise yer yer
kendimizi Meksika’da hissetmemizi sağlıyor. Tüm isimler Ispanyolca. Yüzler ve
hatta kimi mimarı Meksika’yı çağrıştırıyor.
Palm Springs ise gerçekten
çöl ortaşında bir vaha. Burası da kurak olsa da, Akdeniz iklimi daha çok hissediliyor.
Iklim kendini rengarenk begonvillerin varlığıyla da kanıtlıyor zaten. Yolları sarmalayan
palmiyeler ise bu yerleşime bir çekicilik katıyor. Zira 50-60 yıl öncesine
kadar, Hollywood’daki yıldızların tatil mekanıydı.
Günümüzde emeklilere özel
zengin bir tatil kasabası. Bugüne kadar gördüğüm diğer A.B.D. yerleşimlerinden
de farklı.
Butikler, müzeler, mimari çok
şık ve kaliteli. Las Vegas ve Los Angeles arasında Palm Springs uğranması gereken
bir durak.
.....
All rights Copyright of Travelogueress.blogspot.com
All rights Copyright of Travelogueress.blogspot.com
No comments:
Post a Comment