Perşembe 18 Aralık 2008
Şu anda Nairobi’nin Wilson Havaalanında pist yanında kurulmuş oturma yerlerinde, F.’le Tanzanya sınırındaki Shampole’ye uçmak üzere Yellow Wings havayolları pırpır uçağımızı bekliyoruz. Hava muhteşem. Az bulutlu olsa da inanılmaz rahat. Güneş ara ara kendini gösteriyor ve bir t-shirt’le rahat duruluyor Aralık ayında.
Nairobi yemyeşil. Bangladeş kadar yeşil olmasa da binalar, trafik düzeni, hayatın rahatlığı ve yavaşlığı, havanın tatlı durgunluğu Bangladeş’i andırıyor.
Dün Londra’dan 8 saatlik bir uçuştan sonra vardık Nairobi’nin Jomo Konyatta Havaalanı’na. 70’lerden kalma bir havaalanı olsa da, Hindistan’dan çok daha iyi olduğunu söylemeliyim. İnsanlar kibar ve güleryüzlü. Havaalanından şehir yolu aynı Dakka gibi sadece 2 şeritli. Japon marka arabalar çoğunlukta. Gelişmekte olan her ülkede ve kalabalık merkez şehirlerinde olduğu gibi havada kükürt/egzost/kömür gibi bir koku var. Şehir yolunun kenarları Güneşli’yi andıran tekstil ve mobilya mağazalarıyla dolu.
Noel yaklaştığı için ve Kurban bayramı yeni bittiği için, aynı Bangladeş’teki gibi binalar ışıklarla süslenmiş. Nairobi’nin merkezi Maslak’ı andıran yüksek gökdelenlerle dolu. Gerçek olmasa da Kahire’den daha zengin ve temiz görünüyor, hatta düzenli.
Trafik canavarlarına henüz rastlamadım. Nüfusunun Türkiye ve Mısır’dan az olmasından kaynaklanıyor herhalde.
Yol kenarlarında adını bilmediğim yüksekçe ama üstü yassı, dalları yaprak yerine diken bezeli ağaçlar ve bunların üstüne yüzlercesi tünemiş olan Hindistan cevizi büyüklüğünde beyaz kuşlar dikkatimi çekti. İnanılmaz bir görüntüydü. Her nedense bu cins kuşun yüzlercesi sadece bu tip ağaca tünemiş ve ilk bakıldığından büyük çiçek veya meyveye benziyorlardı.
Nairobi’deki ilk gecemizi cumhurbaşkanı konağının yakınında ve bir tepelikte olan Palacino Otel’de geçirdik. En üst kattaki 20 numaralı süitimize girdiğimizde F.’le gözlerimize inanamadık. Süitimiz iki katlı, iki yatak odalı, iki banyolu, iki oturma odalı, iki teraslı, bir giyinme odalı ve tam donanımlı büyük bir mutfaktan oluşuyordu. Bu kadar lüks hiç beklemiyorduk. Hele benim buraya gelmeden önce valize kraker cinsi atıştıralacak güvenli yiyecekler ve temizleme bezleri ve sıvıları getirdiğim düşünülürse. Ama ne yapayım, Hindistan’da korkunç şeylerle karşılaşmıştım.
Gece ilk önce köpek seslerinden uyumak zor oldu ama sonra rahattı. Sabah bir horozla uyandık. Gece ortasında bir an öyle bir kuşun ötüşünü duyduk ki sanki bir kadın çığlık atıyor ya da boğazlanıyor gibiydi. Güneş sabah 6 civarı doğdu. Londra’nın şimdiki halinden çok farklı.
Güneşle birlikte bulunduğumuz yerin yeşilliği daha bir ortaya çıktı. Sylhet’te kaldığımız çay bahçelerini andırıyordu. Nairobi sokakları da çok fena değil. Üstü her zaman taşla döşenmemiş olsa da kaldırımlar var. İnsanlar işe giderken rahat yürüyebiliyorlar. Zenginlerin büyük villaları var.
Wilson Havaalanı’na gelirken polis, şoförümüz telefonda konuştuğu için bizi kenara çekti. F.’in telefonuydu. Bizi saldı ama şoförün bizi bıraktıktan sonra polise tekrar gözükmesini istedi. Umarım zavallı şoför ceza ödemek zorunda kalmaz.
Yazık polislerin bir üniforması yok. Yari fosforlu ceket üstüne polis yazmışlar onu giyiyorlar, bir de beyaz şapka.
Wilson Havaalanı çok komik. Bu pırpır uçaklardan binlerce var ve her bir havayollarının ayrı bir binası var. Check-in filan yok. Ne de olsa her uçak en fazla 4 kişi alabiliyor. Havaalanının ofisine giriyorsun, ben geldim diyorsun. Zaten seni bekliyorlar. Sonra biri seni uçağa oturuyor, valizlerini taşıyor. Şimdi uçağımızı bekliyoruz. Erken gelmişiz. Hava inanılmaz güzel. Ev içinde otururken ancak bu kadar güzel olabilir havanın derecesi, nemi, durgunluğu.
…
Şu anda inanılmaz güzellikteki Shampole bölgesindeki Shampole Localarının 4 numaralı locasındayım. F.’le beraber burada 4 gün geçireceğiz. Burayı anlatmadan önce buraya olan yolculuğumuzdan bahsedeyim.
Nairobi’den 3 kişilik küçük bir pırpır uçağa bindik. 4X4 bir jeep büyüklüğündeydi uçak resmen. Bavullarımızı arabadaymış gibi arka bagaja attık. F. yine F. isimli pilotun yanına oturdu, ben arkaya. Pilot rahat konuşabilmeleri için F.’e de kulaklıklar verdi. Uçuş boyunca ben arkada hiçbir şey duymadım ama iki F. konuşabildiler.
Uçuşun inişli çıkışlı olacağını tahmin ediyordum ama bu o kadar korkunçtu ki kalp krizi geçireceğim sandım. Sürekli Allah’tan bizleri koruması için durmaksizin dua ettim, şahadet getirdim. Kendime de kızdım neden hep macera peşindesin, bu işlere bulaşıyorsun diye. Allah’a şükür Tanzanya’ya 12 km mesafede Shampole Dağı yakınına kazasız belasız indik.
Uçaktan arada bir aşağı bakabildiğim zamanlar Nairobi’nin tenekenden gecekondu mahallelerini, eşsiz kuru ama yeşilimsi vadilerini, aralıklı koyu yeşil ama üstü yassı ağaçlarını, köy evlerini, tarım alanlarını ve tuz gölünü görebildim.
Shampole’de Masai Mara bölgesi içinde, Masai’lerin yaşam alanı. Uçaktan iner inmez rehberimiz Muhammed bizi dört bir yanı açık jeepine bindirdi. Localara doğru giderken gün ortasında gördüğümüz hayvanlar beni o kadar heyecanlandırdı ki, nefesim kesildi. Bu hayvanları belgesellerde ya da hayvanat bahçesinde görmekten çok farklı. Zebralar özgür, onlarcası oynaşıyor, koşuşturuyorlar; çok yakınımızdalar. Onlarca değişik güzelim kırmızı, mavi ve capcanlı sarı renklerinde kuşlar, ceylan ve ceylan yavrusu küçüklüğünde antiloplar. Ayrıca locamızdan dürbünle bakarken babcen ve wildebeest (danaya benzer bir hayvan) gördük.
Localar cennetten çıkma bir yer. Dört bir yanı açık. Duvar yok, net yok, perde yok. Shampole tepesinin yamacında sanki kendi başımızayız. Kuş, böcek, maymun, arı, yaprak sallantısı, kuş kanadı çırpınışından başka hiçbir ses yok. TV yok. Tuvalet ve duşumuz bile açık, ortada. Locamızın kapısı yok. Locamızın kendi havuzu var. Resmen şu anda cennetteyiz. Kenya’ya gelmek için verdiğimiz o kadar para demek bu inanılmaz, erişilmez lüks ve rahatlık içinmiş. Bundan daha iyi bir dinlenme ve hayatımın en özel, güzel, anlamlı ve heyecanlı seyahatlerinden birini yaşamanın fırsatı olamaz. Londra’nın yoğun hayatına alışkanlığımızdan, sessizlik ve boş anlarda ne yapacağımızı bilememek de, işte dinlenmenin tam fırsatı bu!
…
Aman Tanrım, ne gün! Locamızda Masai’ler tarafindan ikram edilen mükemmel İtalyan yemeğinden sonra 2 saat kadar öğle uykusuna yattık. Gerçekten de ihtiyacımız varmış. Şu anda Kenya’nın yaz ayları olduğu için zaten öğleden sonra çok sıcaklaştı. 4.30 civarı aksam safarimize çıktık. Muhammed’in yanı sıra Alex takma isimli bir Sambura da bize eşlik etti.
Elbette envai çeşit hayvanı doğal ortamlarında gördük. Buna buldukları eti yemekte olan akbabalar, şahinler, yılan yiyen uzun bacaklı sekreter kuşu, envai çeşit ceylan ve geyik türleri, canlı çok güzel renklerde küçük kuşlar (arı yiyen), 20 kilo ağırlığında olan ve dişileri etkilemek için çok yükselerek uçan ve yere inerken boynunu şişirerek balona benzeyen bir kuş türü, vahşi Afrika kedisi (ev kedisi boyunda), devekuşu ve tabii en önemlisi ASLAN!!!
Buna gelmeden önce zürafa kemikleri de gördüğümüzü söylemeliyim. Güneş batarken ara verdik ve vadinin bir boşluk bölgesinden meyve sularımızı içtik ve bir bitki otundan yapılan çizgili bir cips yedik. Rehberlerimizle biraz sohbet ettik. Obama’nın seçimleri kazanmış olmasından ve Kenya asıllı olmasından büyük gurur duyuyorlar. Mola verdiğimiz yerde üst üste taşlar vardı. Bu noktada evlenen çiftler olmuş. Bizim localar dışında Shampole’de başka bir loca daha varmış. Buraya herkes giremiyormuş, sadece Bill Gates gibi insanlar gidip bütün locayı kapatıyorlarmış. Gerçi şimdi bizim locada da tek kalanlar biziz o yüzden biz de Bill Gates gibiyiz şu an.
Şimdi aslanlara dönelim. Gün ışığından bir erkek aslanı bu kadar yakından göreceğimizi hiç tahmin etmiyordum. Bizden hiç rahatsız olmadı ve tembel tembel oturduğu yerden hiç kıpırdamadı. Sadece ara sıra akbabaların nereye doğru uçtuklarına baktı. Molamızdan sonra güneş iyice batmıştı. Bu sefer zifiri karanlıkta yine aynı erkek aslanla ona kur yapan bir dişiyle karşılaştık. Dişi cilveler yapıp yaklaştıkça aslan ya hiç oralı olmuyor ya da dişiye hafiften gürleyip onu kovalıyordu. Bu böylece bir süre devam etti. Rehberler bunun normal olmadığını söylediler. Nitekim zavallı aslanın sağ ayağından bir problemi olduğunu anladık.
Şimdi dört tarafı açık locamızda bunları yazarken aslanın gürlemesini duyabiliyorum. Büyük bir kedi sadece. Biliyorum çok güçlü ve tehlikeli ama inanılmaz güzel ve davranışları kedilerden farklı değil. Rehberler aslında erkek aslanların bir nevi aile anlayışı olduğundan, çocuklarına bakmakta dişiye yardım ettiğinden ama çok ender avlandıkları için dişilerden daha kısa yaşadığından bahsetti.
Akşam yemeğinden önce bu locaların işletmecisi Patrick ve karısı Joan (ve Jack Russell kopekleri, adı Hugo) bizi karşıladılar. Biraz sohbet ettik. Patrick’in annesi Danimarkalı babası Etiyopyalıymış. Çoğu hayatını Kenya’da geçirmiş. Karısı İsveçli ve tur rehberi olarak daha önce Side ve Alanya’da bir yıl yaşamış. Buradaki hayatlarından çok memnunlar ama belli ki fazla insan yüzü görmediklerinden sohbeti özlüyorlar. Masai Mara’daki romantik tanışmalarını, Kenya siyasetini, kabileler arasındaki çekişmeleri anlattılar. Kenya’da 17 kabile varmış.
Patrick aynı zamanda yemek yapmaya çok düşkün. Zira ikram edilenler inanılmaz lezzetli. Burada acayip kilo alacağım, çok fena! Akşam yemeğinde F.’le ben havuz kenarında tek başımızaydık. Sebze çorbası, ana yemek ve profiterol. Bugün çok yedim. Arada Masai olan Joseph (garson) yanımıza geldi, konuştuk İngilizceyi gayet güzel konuşuyor, sadece 3 yıl okula gitmiş olmasına rağmen. Köyü 4 saat yürüyüş mesafesindeymiş ve bazen gece bile aslanlar arasında köyüne yürüyerek gidebiliyormuş. Bu bölge dışında hayatında sadece Nairobi’ye gitmiş, kalabalığı, telaşı sevmemiş. Tanzanya’ya da yürüyerek geçmiş. Sınır polisi Masai’lere bir şey demiyormuş. Her zaman Masai kıyafetleri içinde dolaşıyorlarmış.
Şimdi “odamızdayız” ama akşam saatlerinde duş almak, açıktaki tuvalete girmek bir macera. Tuvaletin tam yanında bir böcek vardı, dolayısıyla ne F. ne ben kullanabildik. Duşumuzu da açık havada çabucak alıverdik. Umarım uyurken böceklerin veya başka hayvanların saldırısına uğramayız. Umarım sabah kalktığımdan çanta ve ayakkabılarımızın içinde böcek veya akrep bulmayız. Ve umarım yarın rahat rahat tuvalete çıkabiliriz.
Şu anda Nairobi’nin Wilson Havaalanında pist yanında kurulmuş oturma yerlerinde, F.’le Tanzanya sınırındaki Shampole’ye uçmak üzere Yellow Wings havayolları pırpır uçağımızı bekliyoruz. Hava muhteşem. Az bulutlu olsa da inanılmaz rahat. Güneş ara ara kendini gösteriyor ve bir t-shirt’le rahat duruluyor Aralık ayında.
Nairobi yemyeşil. Bangladeş kadar yeşil olmasa da binalar, trafik düzeni, hayatın rahatlığı ve yavaşlığı, havanın tatlı durgunluğu Bangladeş’i andırıyor.
Dün Londra’dan 8 saatlik bir uçuştan sonra vardık Nairobi’nin Jomo Konyatta Havaalanı’na. 70’lerden kalma bir havaalanı olsa da, Hindistan’dan çok daha iyi olduğunu söylemeliyim. İnsanlar kibar ve güleryüzlü. Havaalanından şehir yolu aynı Dakka gibi sadece 2 şeritli. Japon marka arabalar çoğunlukta. Gelişmekte olan her ülkede ve kalabalık merkez şehirlerinde olduğu gibi havada kükürt/egzost/kömür gibi bir koku var. Şehir yolunun kenarları Güneşli’yi andıran tekstil ve mobilya mağazalarıyla dolu.
Noel yaklaştığı için ve Kurban bayramı yeni bittiği için, aynı Bangladeş’teki gibi binalar ışıklarla süslenmiş. Nairobi’nin merkezi Maslak’ı andıran yüksek gökdelenlerle dolu. Gerçek olmasa da Kahire’den daha zengin ve temiz görünüyor, hatta düzenli.
Trafik canavarlarına henüz rastlamadım. Nüfusunun Türkiye ve Mısır’dan az olmasından kaynaklanıyor herhalde.
Yol kenarlarında adını bilmediğim yüksekçe ama üstü yassı, dalları yaprak yerine diken bezeli ağaçlar ve bunların üstüne yüzlercesi tünemiş olan Hindistan cevizi büyüklüğünde beyaz kuşlar dikkatimi çekti. İnanılmaz bir görüntüydü. Her nedense bu cins kuşun yüzlercesi sadece bu tip ağaca tünemiş ve ilk bakıldığından büyük çiçek veya meyveye benziyorlardı.
Nairobi’deki ilk gecemizi cumhurbaşkanı konağının yakınında ve bir tepelikte olan Palacino Otel’de geçirdik. En üst kattaki 20 numaralı süitimize girdiğimizde F.’le gözlerimize inanamadık. Süitimiz iki katlı, iki yatak odalı, iki banyolu, iki oturma odalı, iki teraslı, bir giyinme odalı ve tam donanımlı büyük bir mutfaktan oluşuyordu. Bu kadar lüks hiç beklemiyorduk. Hele benim buraya gelmeden önce valize kraker cinsi atıştıralacak güvenli yiyecekler ve temizleme bezleri ve sıvıları getirdiğim düşünülürse. Ama ne yapayım, Hindistan’da korkunç şeylerle karşılaşmıştım.
Gece ilk önce köpek seslerinden uyumak zor oldu ama sonra rahattı. Sabah bir horozla uyandık. Gece ortasında bir an öyle bir kuşun ötüşünü duyduk ki sanki bir kadın çığlık atıyor ya da boğazlanıyor gibiydi. Güneş sabah 6 civarı doğdu. Londra’nın şimdiki halinden çok farklı.
Güneşle birlikte bulunduğumuz yerin yeşilliği daha bir ortaya çıktı. Sylhet’te kaldığımız çay bahçelerini andırıyordu. Nairobi sokakları da çok fena değil. Üstü her zaman taşla döşenmemiş olsa da kaldırımlar var. İnsanlar işe giderken rahat yürüyebiliyorlar. Zenginlerin büyük villaları var.
Wilson Havaalanı’na gelirken polis, şoförümüz telefonda konuştuğu için bizi kenara çekti. F.’in telefonuydu. Bizi saldı ama şoförün bizi bıraktıktan sonra polise tekrar gözükmesini istedi. Umarım zavallı şoför ceza ödemek zorunda kalmaz.
Yazık polislerin bir üniforması yok. Yari fosforlu ceket üstüne polis yazmışlar onu giyiyorlar, bir de beyaz şapka.
Wilson Havaalanı çok komik. Bu pırpır uçaklardan binlerce var ve her bir havayollarının ayrı bir binası var. Check-in filan yok. Ne de olsa her uçak en fazla 4 kişi alabiliyor. Havaalanının ofisine giriyorsun, ben geldim diyorsun. Zaten seni bekliyorlar. Sonra biri seni uçağa oturuyor, valizlerini taşıyor. Şimdi uçağımızı bekliyoruz. Erken gelmişiz. Hava inanılmaz güzel. Ev içinde otururken ancak bu kadar güzel olabilir havanın derecesi, nemi, durgunluğu.
…
Şu anda inanılmaz güzellikteki Shampole bölgesindeki Shampole Localarının 4 numaralı locasındayım. F.’le beraber burada 4 gün geçireceğiz. Burayı anlatmadan önce buraya olan yolculuğumuzdan bahsedeyim.
Nairobi’den 3 kişilik küçük bir pırpır uçağa bindik. 4X4 bir jeep büyüklüğündeydi uçak resmen. Bavullarımızı arabadaymış gibi arka bagaja attık. F. yine F. isimli pilotun yanına oturdu, ben arkaya. Pilot rahat konuşabilmeleri için F.’e de kulaklıklar verdi. Uçuş boyunca ben arkada hiçbir şey duymadım ama iki F. konuşabildiler.
Uçuşun inişli çıkışlı olacağını tahmin ediyordum ama bu o kadar korkunçtu ki kalp krizi geçireceğim sandım. Sürekli Allah’tan bizleri koruması için durmaksizin dua ettim, şahadet getirdim. Kendime de kızdım neden hep macera peşindesin, bu işlere bulaşıyorsun diye. Allah’a şükür Tanzanya’ya 12 km mesafede Shampole Dağı yakınına kazasız belasız indik.
Uçaktan arada bir aşağı bakabildiğim zamanlar Nairobi’nin tenekenden gecekondu mahallelerini, eşsiz kuru ama yeşilimsi vadilerini, aralıklı koyu yeşil ama üstü yassı ağaçlarını, köy evlerini, tarım alanlarını ve tuz gölünü görebildim.
Shampole’de Masai Mara bölgesi içinde, Masai’lerin yaşam alanı. Uçaktan iner inmez rehberimiz Muhammed bizi dört bir yanı açık jeepine bindirdi. Localara doğru giderken gün ortasında gördüğümüz hayvanlar beni o kadar heyecanlandırdı ki, nefesim kesildi. Bu hayvanları belgesellerde ya da hayvanat bahçesinde görmekten çok farklı. Zebralar özgür, onlarcası oynaşıyor, koşuşturuyorlar; çok yakınımızdalar. Onlarca değişik güzelim kırmızı, mavi ve capcanlı sarı renklerinde kuşlar, ceylan ve ceylan yavrusu küçüklüğünde antiloplar. Ayrıca locamızdan dürbünle bakarken babcen ve wildebeest (danaya benzer bir hayvan) gördük.
Localar cennetten çıkma bir yer. Dört bir yanı açık. Duvar yok, net yok, perde yok. Shampole tepesinin yamacında sanki kendi başımızayız. Kuş, böcek, maymun, arı, yaprak sallantısı, kuş kanadı çırpınışından başka hiçbir ses yok. TV yok. Tuvalet ve duşumuz bile açık, ortada. Locamızın kapısı yok. Locamızın kendi havuzu var. Resmen şu anda cennetteyiz. Kenya’ya gelmek için verdiğimiz o kadar para demek bu inanılmaz, erişilmez lüks ve rahatlık içinmiş. Bundan daha iyi bir dinlenme ve hayatımın en özel, güzel, anlamlı ve heyecanlı seyahatlerinden birini yaşamanın fırsatı olamaz. Londra’nın yoğun hayatına alışkanlığımızdan, sessizlik ve boş anlarda ne yapacağımızı bilememek de, işte dinlenmenin tam fırsatı bu!
…
Aman Tanrım, ne gün! Locamızda Masai’ler tarafindan ikram edilen mükemmel İtalyan yemeğinden sonra 2 saat kadar öğle uykusuna yattık. Gerçekten de ihtiyacımız varmış. Şu anda Kenya’nın yaz ayları olduğu için zaten öğleden sonra çok sıcaklaştı. 4.30 civarı aksam safarimize çıktık. Muhammed’in yanı sıra Alex takma isimli bir Sambura da bize eşlik etti.
Elbette envai çeşit hayvanı doğal ortamlarında gördük. Buna buldukları eti yemekte olan akbabalar, şahinler, yılan yiyen uzun bacaklı sekreter kuşu, envai çeşit ceylan ve geyik türleri, canlı çok güzel renklerde küçük kuşlar (arı yiyen), 20 kilo ağırlığında olan ve dişileri etkilemek için çok yükselerek uçan ve yere inerken boynunu şişirerek balona benzeyen bir kuş türü, vahşi Afrika kedisi (ev kedisi boyunda), devekuşu ve tabii en önemlisi ASLAN!!!
Buna gelmeden önce zürafa kemikleri de gördüğümüzü söylemeliyim. Güneş batarken ara verdik ve vadinin bir boşluk bölgesinden meyve sularımızı içtik ve bir bitki otundan yapılan çizgili bir cips yedik. Rehberlerimizle biraz sohbet ettik. Obama’nın seçimleri kazanmış olmasından ve Kenya asıllı olmasından büyük gurur duyuyorlar. Mola verdiğimiz yerde üst üste taşlar vardı. Bu noktada evlenen çiftler olmuş. Bizim localar dışında Shampole’de başka bir loca daha varmış. Buraya herkes giremiyormuş, sadece Bill Gates gibi insanlar gidip bütün locayı kapatıyorlarmış. Gerçi şimdi bizim locada da tek kalanlar biziz o yüzden biz de Bill Gates gibiyiz şu an.
Şimdi aslanlara dönelim. Gün ışığından bir erkek aslanı bu kadar yakından göreceğimizi hiç tahmin etmiyordum. Bizden hiç rahatsız olmadı ve tembel tembel oturduğu yerden hiç kıpırdamadı. Sadece ara sıra akbabaların nereye doğru uçtuklarına baktı. Molamızdan sonra güneş iyice batmıştı. Bu sefer zifiri karanlıkta yine aynı erkek aslanla ona kur yapan bir dişiyle karşılaştık. Dişi cilveler yapıp yaklaştıkça aslan ya hiç oralı olmuyor ya da dişiye hafiften gürleyip onu kovalıyordu. Bu böylece bir süre devam etti. Rehberler bunun normal olmadığını söylediler. Nitekim zavallı aslanın sağ ayağından bir problemi olduğunu anladık.
Şimdi dört tarafı açık locamızda bunları yazarken aslanın gürlemesini duyabiliyorum. Büyük bir kedi sadece. Biliyorum çok güçlü ve tehlikeli ama inanılmaz güzel ve davranışları kedilerden farklı değil. Rehberler aslında erkek aslanların bir nevi aile anlayışı olduğundan, çocuklarına bakmakta dişiye yardım ettiğinden ama çok ender avlandıkları için dişilerden daha kısa yaşadığından bahsetti.
Akşam yemeğinden önce bu locaların işletmecisi Patrick ve karısı Joan (ve Jack Russell kopekleri, adı Hugo) bizi karşıladılar. Biraz sohbet ettik. Patrick’in annesi Danimarkalı babası Etiyopyalıymış. Çoğu hayatını Kenya’da geçirmiş. Karısı İsveçli ve tur rehberi olarak daha önce Side ve Alanya’da bir yıl yaşamış. Buradaki hayatlarından çok memnunlar ama belli ki fazla insan yüzü görmediklerinden sohbeti özlüyorlar. Masai Mara’daki romantik tanışmalarını, Kenya siyasetini, kabileler arasındaki çekişmeleri anlattılar. Kenya’da 17 kabile varmış.
Patrick aynı zamanda yemek yapmaya çok düşkün. Zira ikram edilenler inanılmaz lezzetli. Burada acayip kilo alacağım, çok fena! Akşam yemeğinde F.’le ben havuz kenarında tek başımızaydık. Sebze çorbası, ana yemek ve profiterol. Bugün çok yedim. Arada Masai olan Joseph (garson) yanımıza geldi, konuştuk İngilizceyi gayet güzel konuşuyor, sadece 3 yıl okula gitmiş olmasına rağmen. Köyü 4 saat yürüyüş mesafesindeymiş ve bazen gece bile aslanlar arasında köyüne yürüyerek gidebiliyormuş. Bu bölge dışında hayatında sadece Nairobi’ye gitmiş, kalabalığı, telaşı sevmemiş. Tanzanya’ya da yürüyerek geçmiş. Sınır polisi Masai’lere bir şey demiyormuş. Her zaman Masai kıyafetleri içinde dolaşıyorlarmış.
Şimdi “odamızdayız” ama akşam saatlerinde duş almak, açıktaki tuvalete girmek bir macera. Tuvaletin tam yanında bir böcek vardı, dolayısıyla ne F. ne ben kullanabildik. Duşumuzu da açık havada çabucak alıverdik. Umarım uyurken böceklerin veya başka hayvanların saldırısına uğramayız. Umarım sabah kalktığımdan çanta ve ayakkabılarımızın içinde böcek veya akrep bulmayız. Ve umarım yarın rahat rahat tuvalete çıkabiliriz.
All photos, Copyright Travelogueress
No comments:
Post a Comment