Şimdi bu blogun ikinci aşamasına geçiyorum. Bir sonraki aşamada günlük tutma yoluyla kaydetmiş olduğum gezilerden pasajlara yer vereceğim. İlk bölüm, ziyaretlerim sonrasında yazdığım bazı gazete makalelerinden oluşuyordu. Şimdi belgelendirmediğim seferlerimi hatırlamaya çalışacağım.
İlk olarak Cotswolds’la başlayacağım. Yaşadığım bir yer hakkında yazmakta oldukça zorlanıyorum; aynen ana dilimi bir yabancıya öğretmekte zorlandığım gibi. Yine de deneyeceğim.
Masalların nasıl yaratıldığını ya da J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi'ni yazarken Hobbitleri ve köyleri neye dayanarak yazdığını merak ederseniz, Cotswolds köylerinde cevabınızı bulabilirsiniz.
Londra'dan iki saat uzakta olan Cotswolds, çikolata çatılı cupcake evler, tatlı yeşil tepeler ve yamaçlar, güneşten daha sarı susam ve hardal tarlaları, bembeyaz koyun ve kuzu “me”leme orkestrası eşliğinde ve yakışıklı atların podyum yürüyüşlerinden oluşan bir masal ülkesi.
Wichcombe, Stanton, Bibury gibi, 15 ve 16. yüzyıllardan kalma Cotswolds köyleri, çok küçük olsalar da, bol miktarda cazibeye sahipler. Londra’dan sadece iki saat uzaklıkta olmalarına rağmen, kalabalık şehir hayatından tamamen farklı bir dünyada buluyorsunuz kendinizi. En güzel tarafı, Cotswolds’a günübirlik gezi yapılabilmesi!
Özellikle Whichcombe’daki Juri'nin çay odasına ziyaretimiz çok heyecanlıydı. Özünde bir İngiliz icadı olan çay odasındaki durağımız insan vücudunun gereksinimleri nedeniyle ilk önce zorunlu bir mola olduysa da, kendini hoş bir deneyime dönüştürdü. Bu minik İngiliz çay odası Japon bir aile tarafından çok tipik bir İngiliz köyünde işletiliyor ve ben ve eşim gibi, Türk ve Bangladeşli bir çifte hizmet ediyor. Bir rüyamın gerçekleştiği, "farklılık" kelimesinin anlamı yitirdiği bir an…
Cotswolds’un en büyük şehri, Cheltenham güya hayaletli bir yer olsa da (İngiliz İç Savaşı’nın burada gerçekleşmesi nedeniyle), herhangi bir hayaletle karşılaşmadık. Cheltenham’ın çevresindeki köylerde bulunan sihirden yoksun olduğunu düşünüyorum.
Oxford hakkında şimdiye kadar söylenenlerden farklı bir şey dile getirmek güç. Akademik sıralamadaki yeri dışında, günlük ziyaretler için de Oxford üstlerde sıralanabilir. Sanat ve bilimle ilgilenmeniz ya da tarihi hakkında çok şey bilmeniz gerekmez. Enfes ve şaşırtıcı labirentli sokakları, derin zevkli mimariyi entellektüel incelmişlikle aynı aynda ancak Oxford sunabilir.
All photos, Copyright Travelogueress
İlk olarak Cotswolds’la başlayacağım. Yaşadığım bir yer hakkında yazmakta oldukça zorlanıyorum; aynen ana dilimi bir yabancıya öğretmekte zorlandığım gibi. Yine de deneyeceğim.
Masalların nasıl yaratıldığını ya da J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi'ni yazarken Hobbitleri ve köyleri neye dayanarak yazdığını merak ederseniz, Cotswolds köylerinde cevabınızı bulabilirsiniz.
Londra'dan iki saat uzakta olan Cotswolds, çikolata çatılı cupcake evler, tatlı yeşil tepeler ve yamaçlar, güneşten daha sarı susam ve hardal tarlaları, bembeyaz koyun ve kuzu “me”leme orkestrası eşliğinde ve yakışıklı atların podyum yürüyüşlerinden oluşan bir masal ülkesi.
Wichcombe, Stanton, Bibury gibi, 15 ve 16. yüzyıllardan kalma Cotswolds köyleri, çok küçük olsalar da, bol miktarda cazibeye sahipler. Londra’dan sadece iki saat uzaklıkta olmalarına rağmen, kalabalık şehir hayatından tamamen farklı bir dünyada buluyorsunuz kendinizi. En güzel tarafı, Cotswolds’a günübirlik gezi yapılabilmesi!
Özellikle Whichcombe’daki Juri'nin çay odasına ziyaretimiz çok heyecanlıydı. Özünde bir İngiliz icadı olan çay odasındaki durağımız insan vücudunun gereksinimleri nedeniyle ilk önce zorunlu bir mola olduysa da, kendini hoş bir deneyime dönüştürdü. Bu minik İngiliz çay odası Japon bir aile tarafından çok tipik bir İngiliz köyünde işletiliyor ve ben ve eşim gibi, Türk ve Bangladeşli bir çifte hizmet ediyor. Bir rüyamın gerçekleştiği, "farklılık" kelimesinin anlamı yitirdiği bir an…
Cotswolds’un en büyük şehri, Cheltenham güya hayaletli bir yer olsa da (İngiliz İç Savaşı’nın burada gerçekleşmesi nedeniyle), herhangi bir hayaletle karşılaşmadık. Cheltenham’ın çevresindeki köylerde bulunan sihirden yoksun olduğunu düşünüyorum.
Oxford hakkında şimdiye kadar söylenenlerden farklı bir şey dile getirmek güç. Akademik sıralamadaki yeri dışında, günlük ziyaretler için de Oxford üstlerde sıralanabilir. Sanat ve bilimle ilgilenmeniz ya da tarihi hakkında çok şey bilmeniz gerekmez. Enfes ve şaşırtıcı labirentli sokakları, derin zevkli mimariyi entellektüel incelmişlikle aynı aynda ancak Oxford sunabilir.
All photos, Copyright Travelogueress
I love your blog :) Can I make a selfish request? Could you add more pictures, or links to phot albums (for those obsessed with travel who can start at photos for hours)
ReplyDeleteMiss you!
Maria
This is so sweet of you! Thank you very much! And here I think that I disturb you with too many notes and emails.
ReplyDeleteOf course I can put more photos. I will also try to figure out creating links to photo albums. I don't know how to do that yet :-)
Miss you too!