Search Travelogueress

Friday, 18 June 2010

Cornwall

I had never questioned why the British prefer to holiday and retire in sunny and warm countries. A rat-race life in a country with dull and cold weather takes its toll. However, once I visited Cornwall, I started questioning.

If your country offers you a location which boasts natural beauty, sea, sandy beaches, occasional sunshine and a charming, easy-going life style, would you bother with going to a place where you don’t speak the language and know nothing about the healthcare system.
Cornwall offers all of the above. It is hard to believe that you are still in England if you are lucky enough to catch the sunshine when you are in Cornwall. It is almost like a piece of land from Tuscany.

If I were British, in my old age, I wouldn’t bother moving anywhere else but to Cornwall. I would enjoy the Cornish ice cream, stroll in the sweet small streets of St. Ives and eat in its trendy restaurants by the seaside, and take short and enjoyable drives around the region, villages and the farthest west corner of the country, opening up to the Atlantic.

All photos, Copyright Travelogueress

Cornwall

İngilizler’in tatil ve emeklilik için güneşli ve sıcak ülkeleri neden tercih ettiklerini hiç sorgulamazdım. Donuk ve soğuk iklimli bir ülkedeki yarış atı hayatı zamanla etkisini gösteriyor. Ancak, Cornwall ziyaretimden sonra, bu durumu sorgulamaya başladım.


Ülkeniz size doğal güzellikleri, denizi, kumsalları, ara sıra güneşli havayı ve yalın bir yaşam tarzını sunuyorsa, dilini konuşmadığınız ve sağlık sistemi hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir yere taşınmanızın manası var mı?

Cornwall yukarıdakilerin tümünü sunuyor. Güneş ışığını yakalayabilecek kadar şanslıysanız, Cornwall’dayken İngiltere'de olduğunuza inanmak güç gelecektir. Kendinizi Toskana’daymışsınız gibi hissedebilirsiniz.

İngiliz bir emekli olsaydım, Cornwall’dan başka bir yere taşınmayı düşünmezdim.

Cornish dondurmasından yer, St. Ives’ın tatlı küçük sokaklarda yürüyüşler yapar ve deniz tarafındaki trend restoranlarda yemek yer, çevre köylerde kısa ve eğlenceli sürüşler yapar ve ülkenin Atlantik’e açılan en uzak batı köşesini ziyaret ederdim.
All photos, Copyright Travelogueress

Friday, 11 June 2010

Edinburgh

Can you imagine a place, which is grey, dark, windy and cold in August and still beautiful? Well, I found it and that’s Edinburgh.

There is something about Edinburgh that one cannot easily put one’s finger on. It is striking, mystifying, modern and yet historical. The town is so graceful and picturesque that you easily forget that you are freezing in the gusty and chilly August wind.

It is quite amazing how a country can be so different than the ones it shares its land with: England and Wales. The moment you step in Edinburgh, it is very clear that you are no longer in London or in England for that matter. Buildings, colours, plants, people and even money are different.

The castle situated on top of the stunning green hills overlooking the town is still so dark and medieval that time ceases to become linear as you find yourself back in time.

End of August is actually an ideal time to visit Edinburgh for its festival in the old town. Whilst strolling around the old town, coming across all sorts of artists, musicians and dancers add a supplementary charm.

The Scottish Parliament building is also worth a look. Whilst it reflects none of the medieval elements of Scotland, this eco-friendly and chic building is a good example of modern and fine architecture.
All photos, Copyright Travelogueress

Edinburg

Ağustos’ta bile karanlık, rüzgarlı gri ve soğuk olan bir yerin aynı zamanda güzel olabileceğini düşünebilir misiniz? Eh, ben bu yeri buldum: Edinburg.


Edinburg’u Edinburg yapan şeyi kolayca bulmak zor. Bu çarpıcı ve gizemli şehir, aynı zamanda modern ve tarihsel. Şehir o kadar zarif ve güzel ki size kuvvetli ve soğuk Ağustos rüzgarında donduğunuzu kolayca unutturur.

Bir ülkenin aynı ada parçasını paylaştığı diğer iki ülke olan İngiltere ve Galler’den bu kadar farklı olması çok şaşırtıcı. Edinburg’a adım atar atmaz, artık Londra ya da İngiltere'de olmadığınız çok açıktır. Binalar, renkler, bitkiler, insanlar ve hatta para bile farklı burada.

Şehre bakan çarpıcı yeşil tepeler üstüne kurulu kale hala o kadar karanlık ve ortaçağlı ki, kendinizi doğrusal zaman diliminde değil geçmişte hissediyorsunuz.

Ağustos sonu aslında şehri ziyaret etmek için en ideal zaman çünkü bu dönemde festival etkinliklerinden de faydalanabilirsiniz. Eski şehir merkezinde dolaşırken önünüze sanatçıların, müzisyenlerin ve dansçıların çıkması tecrübenize çekicilik ekliyor.

İskoç Parlamento binası da görülmeye değer. İskoçya'nın Ortaçağ özelliklerinden hiçbirini taşımasa da, bu çevre dostu ve şık bina, modern ve ince mimarinin güzel bir örneği.
All photos, Copyright Travelogueress

Saturday, 5 June 2010

The Cotswolds and the World Famous Oxford

Now I start the second phase of this blog. The next one will be snippets from my trips that I have recorded through a diary. The first phase had consisted of some newspaper articles I had written soon after my visits. Now I will try to recollect undocumented voyages.

First will be the Cotswolds. I find it quite challenging to write about a place where I live in – it is a similar challenge you face when you try to teach your mother tongue to a foreigner. Nevertheless, I’ll give it a go.

If you ever wonder how fairy tales came to being or how J. R. R. Tolkien came up with the Hobbits and the villages in the Lord of the Rings, you will find your answer in the Cotswolds villages.

Only a couple of hours drive away from London, in the Cotswolds, you find yourself in a world of cupcake cottage houses and chocolate rooftops, luscious green hills interrupted by yellower than sun sesame and mustard fields accompanied by the orchestra of snow-white sheep, lamb and the catwalk of horses.

The Cotswolds villages, such as Wichcombe, Stanton, Bibury, dating back to 15th and 16th centuries are so tiny and yet so abundant in charm. Only 2 hours away from London, you find yourself in a completely different world than the bustling city life. The beauty of it all is that you can make a day trip out of it! It is so easy to get to, see around and drive back.

I was particularly excited by our visit in Juri’s Tearoom in Whichcombe. Our forced stopover at this quintessentially British invention of tearoom due to the necessities of the human body turned out to be quite a pleasant experience. I was exhilarated by happiness when I found out that the tearoom was run by a Japanese family in a very typical English village and serving customers such as myself and my husband, a Turkish and a Bangladeshi. A dream come true where the word “difference” has no meaning…

The biggest town in the Cotswolds, Cheltenham is supposedly a haunted place as this is where the English Civil War took place. Whilst I did not encounter any ghosts, I thought Cheltenham lacked the magic of its surrounding villages.

As for Oxford…Not much can be said about it apart from what’s already been said. Besides its academic ranking, I would rank Oxford also highly in the list of places to day visit. You don’t need to be interested in arts and sciences or know much about history. Nothing would stop you from enjoying the surprising maze of streets and picture perfect architecture whilst breathing in the sophistication that only Oxford can offer.

All photos, Copyright Travelogueress

Cotswolds ve Dünyaca Meşhur Oxford

Şimdi bu blogun ikinci aşamasına geçiyorum. Bir sonraki aşamada günlük tutma yoluyla kaydetmiş olduğum gezilerden pasajlara yer vereceğim. İlk bölüm, ziyaretlerim sonrasında yazdığım bazı gazete makalelerinden oluşuyordu. Şimdi belgelendirmediğim seferlerimi hatırlamaya çalışacağım.

İlk olarak Cotswolds’la başlayacağım. Yaşadığım bir yer hakkında yazmakta oldukça zorlanıyorum; aynen ana dilimi bir yabancıya öğretmekte zorlandığım gibi. Yine de deneyeceğim.

Masalların nasıl yaratıldığını ya da J.R.R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi'ni yazarken Hobbitleri ve köyleri neye dayanarak yazdığını merak ederseniz, Cotswolds köylerinde cevabınızı bulabilirsiniz.

Londra'dan iki saat uzakta olan Cotswolds, çikolata çatılı cupcake evler, tatlı yeşil tepeler ve yamaçlar, güneşten daha sarı susam ve hardal tarlaları, bembeyaz koyun ve kuzu “me”leme orkestrası eşliğinde ve yakışıklı atların podyum yürüyüşlerinden oluşan bir masal ülkesi.

Wichcombe, Stanton, Bibury gibi, 15 ve 16. yüzyıllardan kalma Cotswolds köyleri, çok küçük olsalar da, bol miktarda cazibeye sahipler. Londra’dan sadece iki saat uzaklıkta olmalarına rağmen, kalabalık şehir hayatından tamamen farklı bir dünyada buluyorsunuz kendinizi. En güzel tarafı, Cotswolds’a günübirlik gezi yapılabilmesi!

Özellikle Whichcombe’daki Juri'nin çay odasına ziyaretimiz çok heyecanlıydı. Özünde bir İngiliz icadı olan çay odasındaki durağımız insan vücudunun gereksinimleri nedeniyle ilk önce zorunlu bir mola olduysa da, kendini hoş bir deneyime dönüştürdü. Bu minik İngiliz çay odası Japon bir aile tarafından çok tipik bir İngiliz köyünde işletiliyor ve ben ve eşim gibi, Türk ve Bangladeşli bir çifte hizmet ediyor. Bir rüyamın gerçekleştiği, "farklılık" kelimesinin anlamı yitirdiği bir an…

Cotswolds’un en büyük şehri, Cheltenham güya hayaletli bir yer olsa da (İngiliz İç Savaşı’nın burada gerçekleşmesi nedeniyle), herhangi bir hayaletle karşılaşmadık. Cheltenham’ın çevresindeki köylerde bulunan sihirden yoksun olduğunu düşünüyorum.

Oxford hakkında şimdiye kadar söylenenlerden farklı bir şey dile getirmek güç. Akademik sıralamadaki yeri dışında, günlük ziyaretler için de Oxford üstlerde sıralanabilir. Sanat ve bilimle ilgilenmeniz ya da tarihi hakkında çok şey bilmeniz gerekmez. Enfes ve şaşırtıcı labirentli sokakları, derin zevkli mimariyi entellektüel incelmişlikle aynı aynda ancak Oxford sunabilir.
All photos, Copyright Travelogueress

Tuesday, 1 June 2010

Different from the dream: The brutal reality of India

I'm surrounded by Indian culture. While studying in the US, I heard endless stories from Indian friends about their country. Now I live in England and come across someone of Indian origin in every other person. Bollywood movies are consistently screened in theatres. I have my share of weekly curry. Indian wealth and its place in the world economy play a big role and rival China. All these factors add to the attraction to India; a country already rich with its historical affluence.

I was very excited with the prospect of going to India and getting a taste of a very different culture to mine. Acquaintances who have visited the country before me and my Indian friends always left me with good impressions. The pictures I have seen were all very mysterious, colourful and grand. The books I read were exciting, mystifying and rich. Unfortunately, now, looking back at my travels in India, I am not left with the best of impressions.

Suffering from an influx of tourists and visitors, Indian tourism practitioners can be very rude and reckless. You may even come across cockroaches at the airport, be provided with dirty linen in a five-star hotel, smell feces in the streets and experience rats walking in between your feet at train stations. I tried to remind myself that I was in a different culture and country and ignore these disturbances.

However, what upset and disappointed me the most was the lack of belief in charity. Despite all the developments in the country, whilst the rich are getting richer, the homeless are more and more widespread. What is even more disturbing is that the rich and the wealthy – as much as I could see at the time, I would be wrong in generalising – refuse to share even their leftovers with people living on the street.

If you are prepared to ignore these facts and willing to accept the current state of the Indian society as it is, you can have a very exciting trip by visiting the unique historical monuments. The sites one must see at least once in a lifetime include: The world’s most romantic and beautiful symbol of unconditional love - the Taj Mahal; the mysterious Fathepoursikri built by the Mogul Emperor Akbar to satisfy his own ego, where you can find the harem of the Turkish princess Sultana; the pink city of Jaipur and in this city the Amber Palace built by the Maharajas are among the many.

You can easily imagine yourself here in 1001 Nights stories, find similarities with the Ottoman architecture and make comparisons. The cows, monkeys, pigs and other variety of animals floating freely, bald ibis, woodpeckers and birds like parrots remind travellers that they are in India. If you can prepare yourself to face the adversities that may come your way, India is undoubtedly a must-see to experience a different world.

All photos, Copyright Travelogueress

Hayallerden Farklı, Gerçeklerin Acımasız Olduğu Ülke Hindistan

Hint kültürüyle çevrelenmiş durumdayım. Amerika’da üniversitede okurken Hint arkadaşların ülkeleri hakkında bitmez tükenmez hikayeleri, şimdi yaşadığım İngiltere’de sokaklarda her iki kişiden birinin Hint kökenli oluşu, sinemalarda sürekli oynayan Bollywood filmleri, Hint restoranları, Hint zenginlerinin dünya ekonomisinde büyük rol oynamaya başlaması, ülkenin hızla gelişiminin Cin’le kıyasıya yarışı tarihi eserlerinin güzelliğinden dolayı zaten ilgi çeken Hindistan’ı daha da çekici kılıyor.


Hindistan’a gideceğim ve benim için çok farklı olan bir kültürü tadacağım için çok heyecanlıydım. Benden önce ülkeyi ziyaret etmiş olan tanıdıklarım ve Hintli arkadaşlarım ülke hakkında hep güzel izlenimler aktarmıştı. Gördüğüm resimler hep çok gizemli, renkli ve görkemliydi. Okuduğum kitaplar heyecanlı, esrarengiz ve zengindi. Ne yazık ki, Hindistan seyahatim boyunca ve bugün geriye dönüp baktığımda, gezimde olumlu tecrübeler yaşamadığımı hatırlıyorum.


Turist akımına uğrayan ve hiç reklam yapmadan ziyaretçi çeken bu ülkede turizmciler oldukça kaba ve umursamaz olabiliyor. Havaalanında dahi kolayca görülebilen hamam böcekleri, 5 yıldızlı otellerde bile sunulan kirli çarşaflar, sokaklardaki buram buram dışkı kokusu, tren istasyonlarında ayakaltında dolaşan sıçanlar oldukça rahatsız edici. Farklı bir kültür ve ülkede olduğumu kendime hatırlatarak bunları gözardı etmeye çalıştım. Yine de bahsedilen onca gelişmeye rağmen evsiz insanların çokluğu ve yerli zenginlerin yemek artıklarını bile sokaklarda yaşayanlarla paylaşmayı reddetmesi büyük hayal kırıklığı yaratıyor.

Tüm bu gerçekleri görmezden gelmeye ve Hint kültürünü olduğu gibi kabul etmeye hazır hissediyorsanız, heyecanlı bir seyahat geçirebilir, eşsiz tarihi eserleri ziyaret edebilirsiniz. Koşulsuz aşkın en romantik sembolü Taj Mahal, Moğol İmparatoru Akbar’ın kendi egosunu tatmin etmek için inşa ettirdiği gizemli Fatepursikri ve burada Türk prensesi Sultana’nin haremi, pembe şehir Jaipur ve bu şehirde maharacalar tarafından inşa edilmiş Amber Sarayı herkesin ömründe en az bir kere görmesi gereken etkileyici eserler. Buralarda kendinizi 1001 Gece Masalları içinde kolayca hayal edebilir, Osmanlı mimarisi ve kültürüyle benzerlikler bulabilir, karşılaştırmalar yapabilirsiniz. Sokaklarda rahatça gezinen boğa, maymun, domuz ve diğer envai çeşit hayvan renkli bir görüntü oluştururken, gökyüzünde özgürce uçuşan doğan, kelaynak, papağan ve ağaçkakan gibi kuşlar gezginlere Hindistan’da olduklarını hatırlatıyor. Karşınıza çıkabilecek olumsuzluklara kendinizi hazırlayabilirseniz, Hindistan’ın görülmesi gereken farklı bir dünya olduğu şüphesiz.

All photos, Copyright Travelogueress