Search Travelogueress

Friday, 27 August 2010

Italy and the Holy Sea

Italy is a country I regret not documenting during my travels. It is very unfair to write a short blog about a country so rich in history, art, culture, cuisine, religion and landscape.

It is an absolutely gorgeous place in every sense of the word and to an outsider the Italian life always appears pretty “Dolce Vita.” Yet, whenever I express my admiration for the beauties of the country to Italian friends, their reaction is usually one of disagreement. I guess for the locals, life is not as “Dolce” as it seems. It can be tough, expensive, bureaucratic, slow and frustrating…like everywhere else.
However, I personally have absolutely nothing to criticise about this stunning piece of land. Italy lives up to all your expectations with regards to sights, food and elegance.
To top it all, every city, town and village has something different to offer, so it is worth visiting every corner of the country. I personally could not choose between Rome, Naples, Pisa, Florence, Siena, Assisi, Venice, Milan…they are all worth a trip.
I guess some places deserve spending longer time than others. You should definitely spend more time in Rome, Florence, Siena and Venice than in the others listed above.
Besides the immense historical importance and artful and religious artefacts of Rome – of course, a country within a city, the Vatican included- , simply strolling around the many narrow streets and piazzas of Rome is enchanting. Even more enlightening for me was to rediscover the historical connections between the first capital of the Roman Empire and its last capital – my hometown – Istanbul.
You taste the medieval times along with real Italian pizza and watermelon juice in hot summer days in Siena, grasp the genius of da Vinci and Michelangelo in romantic Florence and wander the maze streets of Venice to find magic, mystery, wealth and again many connections to Istanbul.

My one piece of advice would be to choose to go to Pompeii rather than to Capri if you decide to make your way to the islands from Naples. Capri has nothing new to offer and is pretty similar to any Turkish or Greek island. However, where else than Pompeii would you get to see the volcanic destruction of a civilisation frozen under ashes for thousands of years?
All photos, Copyright Travelogueress

İtalya ve Vatikan

Seyahatlerim içinde belgelemediğimden dolayı pişman olduğum ülkelerden biridir İtalya. Tarih, sanat, kültür, mutfak, din ve peyzaj açısından bu kadar zengin bir ülke hakkında kısa bir blog yazmak aslında haksızlık yapmak olur. Burası kelimenin tam anlamıyla harika bir yer. İtalyan hayat tarzı dışarıdan her zaman "Dolce Vita” olarak görünüyor. Fakat ülkenin güzelliklerine olan hayranlığımı İtalyan arkadaşlara ifade ettiğimde, tepkileri genellikle benim görüşümle uyuşmuyor. Sanırım İtalyan halkı için hayat dışarıdan göründüğü gibi "Dolce" değil. Yerliler için yaşam pahalı, bürokratik, yavaş, zor ve sinir bozucu olabilir ...her yer gibi. Ancak, şahsen bu muhteşem ülke hakkında herhangi bir eleştiride bulunmam mümkün değil.

İtalya, görülecek yerleri, yiyecekleri ve şıklığı ile tüm beklentileri karşılıyor. Ustüne üstlük, her il, kasaba ve köy farklı bir şey sunduğundan, bu memleketin her köşesi görülmeğe değer. Şahsen Roma, Napoli, Pisa, Floransa, Siena, Asisi, Venedik, Milano arasında seçim yapmam olanaksız ... hepsine bir yolculuk yapmaya değer. Bazı yerlerde diğerlerinden daha uzun zaman harcamanız daha mantıklı sanırım. Kesinlikle Roma, Floransa, Siena ve Venedik’te yukarıda listelenen diğer yerlerden daha daha fazla zaman harcamalısınız. Roma’nın tarihsel, dinsel ve sanatsal yönden büyük önem taşıyan eserlerinin yanı sıra (elbette bir şehir içinde ayrı bir ülke konumuna sahip Vatikan da buna dahil), Roma'nın dar sokakları ve meydanlarında gezinmek büyüleyici. Hatta Roma İmparatorluğu’nun ilk başkenti ile memleketim olan son başkenti İstanbul arasındaki tarihsel bağlantıları yeniden keşfetmek de aydınlatıcı.
Sıcak yaz günlerinde gerçek İtalyan pizzası ve karpuz meyvesuyu eşliğinde Siena’da ortaçağı tadabilir, romantik Floransa’da da Vinci ve Michelangelo’nun dehasına iyice şahit olabilir ve Venedik’in labirentli sokaklarında dolaşırken büyü, gizem, servet dolu tarih ve hatta yeniden İstanbul ile bağlantılar bulabilirsiniz. Verebileceğim tek tavsiye, Napoli'den adalara gitmeye karar verirseniz, Kapri yerine Pompei’i seçmeniz gerektiği olacaktır. Türk ve Yunan adalarından daha yeni ve hoş bir şey sunmuyor Kapri. Ancak, volkanik afet yüzünden binlerce yıldır küller altında donmuş bir medeniyeti Pompei’den başka nerede görebilirsiniz?
All photos, Copyright Travelogueress

Friday, 20 August 2010

Spain

Oh sunny Spain! It really is a beauty. It is modern yet full of historical character. You can experience all four seasons. You have beaches, you have mountains. You have cities full of art and life and you have idyllic villages with cobblestone pathways, maze-like narrow streets, mansions with heavenly courtyards, which could have jumped out of 1001 Nights stories.

That’s why in many ways I find Spain to be very similar to my home country, Turkey despite all the many differences that also exist.

You find something you need and something different in every corner of Spain. No two regions are the same here. You may even feel like you are visiting completely different countries when you see Madrid, Toledo, Barcelona, Andalucia…They are all wonders in their own.



I have to put Seville on the top of my favourite cities in the world list. The city of Carmen is full of elegance and good-looking people, exotic houses and beautiful orange trees. Simply stunning!
Even though Spain has not been in peace with its Moorish, Jewish and Muslim past by building a tasteless chapel (no disrespect to chapels, I am referring to the style of this particular one) in the middle of one of the most important geometric and architectural world heritages, La Mezquita in Cordoba and by including pork products in every single food item, the dominance of the rich Moorish history is visible. The graceful Moorish minarets are converted into church bell towers. The intricate Andalucian houses and palaces have been inspired by Moorish architecture.
Ironically, in the minds of many, what makes Spain, Spain is Andalucia…the flamenco (with a Moorish, Jewish, Gypsy, Muslim past), the Al Hambra Palace, La Mezquita so on and so forth. And of course, the cruel bullfights. Many Spaniards are still passionately devoted to this barbaric tradition of pain, blood and animal cruelty.

Of course, it would be unfair not to mention Gaudi’s extraordinary architectural work in Barcelona as well as the Spaniards’ devotion to artistic innovation such as Park Guell.
It is difficult not to appreciate the artistic depth of Barcelona and its people, especially if you visit the town after reading “The Shadow of the Wind” by Carlos Ruiz Zafon. Another artistic and literary marvel from Spain…

It is really a massive shame that the beautiful cost of Costa del Sol has been contaminated with tacky and crowded hotels.
Spain offers something for everyone and it is a place I could seriously consider habiting. My only concern would be the food. Even though the Mediterranean climate gifts Spain with an abundant variety of fruits and vegetables, the dominance of meat products in the cuisine may make it hard for vegetarians to survive there.

The rock country of Gibraltar, which is a small piece of land attached to Spain but belongs to the UK is a place to visit only out of curiosity. Here, you find a mini UK in the middle of Spain with a bilingual population. Besides the caves and the monkeys, which roam freely on this big piece of rock, there isn’t really anything new to experience here. Only a source of political frustration for the Spaniards and a stubborn strong-hold for the British…
All photos, Copyright Travelogueress

İspanya


Ah güneşli İspanya! Gerçek bir güzellik. Modern olduğu kadar tarihsel özelliklerle dolu. Burada dört mevsimi yaşayabilirsiniz. Hem plajlar var, hem dağlar. Sanat ve hayat dolu şehirlerin yanı sıra, parke taşlı, labirentli dar sokaklı, Binbir Gece Masalları’ndan çıkma iç avlulu konaklarla dolu köyler de var.
Bu yüzden, birçok yönüyle İspanya’yı, farklılıklara rağmen Türkiye'ye benzetiyorum.
İspanya'nın her köşesinde gerek duyduğunuz her şeyi ve farklı şeyleri de bulabilirsiniz. Burada hiçbir bölge birbirinin aynı değil. Madrid, Toledo, Barselona, Endülüs ...tümü birbirinden tamamen farklı ülkeler gibiler.
Dünyadaki en favori şehirlerim listesinde Sevilya’yı en üst sıralara koyuyorum. Karmen’in şehri zerafet, hoş insanlar, egzotik evler ve güzel portakal ağaçları ile dolu. Tek kelimeyle çarpıcı!

İspanya Yahudi ve Müslüman geçmişiyle barış içinde olmasa da, bu zengin tarihin egemenliği hala görülebiliyor. Dünyanın en önemli geometrik ve mimari miraslarından biri olan Kordoba’daki La Mezquita’nın ortasına inşa edilmis tatsız şapel (şapellere saygısızlık etmek istemem, sadece bu şapelin tarzını kastediyorum) ve her gıda maddesinin içinde domuz eti ürünleri kullanılmasi cabası. Zarif minareler kilise çan kulelerine dönüştürülmüs. Sürprizli Endülüs evleri ve sarayları Kuzey Afrika mimarisinden ilham almış.

Aslında İspanya deyince genel olarak ilk akla gelenler Endülüs’e dair özelliklerdir... Yahudi, Çingene ve Müslüman geçmişe sahip flamenko, Al Hambra Sarayı, La Mezquita vesaire… Tabii boğa güreşlerini de unutmamak lazım. Birçok İspanyol bu acı, kan ve hayvan eziyetini içeren barbarca geleneğe hala tutkuyla bağlılık gösteriyor.

Tabii ki, Gaudi’nin Barcelona'daki olağanüstü mimari eserlerine ve İspanyolların Park Güell örneğindeki gibi sanatsal yeniliğe bağlılığına dikkat çekmemek haksızlık olur.

Ozellikle Carlos Ruiz Zafon’un “Rüzgar’ın Gölgesi”ni okuduktan sonra Barcelona’yı ziyaret ediyorsanız, bu halkın sanatsal derinliğini takdir etmemeniz mümkün değil.

Sahil bölgesi olan Costa del Sol’un kalabalık ve betonarme otellerle kirletilmiş olması gerçekten çok yazık.

İspanya herkes için bir şeyler sunuyor ve ciddi olarak yerleşmeyi düşünebileceğim bir yer. Beni tek endişelendiren yemekler. Akdeniz iklimi sayesinde meyve ve sebzeler çeşitli olmasına rağmen, İspanyol mutfağındaki et ürünlerinin hakimiyeti vejetaryenlerin hayatını zorlaştırıyor.

Cebelitarık, İspanya'yanın toprakları içinde ama Birleşik Krallık’a ait küçük bir kaya parçası üzerine kurulu. Sadece meraktan ziyaret edilecek bir yer. Burada İspanya’nın ortasında iki lisanlı bir nüfusa sahip olan minik bir İngiltere bulacaksınız. Mağaralar ve serbestçe dolaşan maymunlar dışında burada yeni bir deneyim yaşamayı beklemeyin. Cebelitarık sadece İspanyollar için siyasi bir hayal kırıklığı, İngilizler için ise inatçı bir kuvvet gösterisi...
All photos, Copyright Travelogueress

Friday, 13 August 2010

Born in the U.S.A…

For years, the U.S. has been the land of mystery and excitement for me. This country where I was born but left when I was still a toddler formed my “what if” imagination while I was a teenager.


What if my family did not leave it when I was a toddler?

What if I went to school there?

What if I had friends there?

What if and why not?

My parents always had very fond memories of the years they spent living the U.S., so I had formed a very positive opinion. As a youngster, when I was still full of hope in life and thought all opportunities were still awaiting me, I thought I could have found and achieved whatever I wished for in life in this country.

Certainly, the reality is completely different. Not only because of how the U.S. is; also because of life itself.

My years of study in the U.S. in my early twenties opened my eyes and taught me a lot about life, myself, and people.

More generally, this country that is admired and abhorred by so many, is a land of contradictions and isolation and yet it is still difficult not to be fascinated by it.

Cities like New York are buzzing and exciting whilst other towns like Windsor – Connecticut, Charlotte – North Carolina are extremely boring. Places like Boston, Philadelphia, Washington, D.C. are rich in history, culture and museums and carry a European feel whilst other historical towns like Richmond and Williamsburg in Virginia are simply dull. And places like Virginia Beach and Atlantic City are outright tacky.

Life can be comfortable if you have a decent job that can cover your mortgage and if you have a car. But apart from the metropolitan cities like NYC, Washington, Boston, Chicago, Philadelphia you cannot walk on the streets or get from one place to another without calling for a taxi one hour in advance.

Again, you would be lucky if you are in a town with museums and cultural activities because otherwise, the majority of towns’ only social activities are to go to restaurants and shopping malls. Or else, you are doomed to watch TV indoors all day long.

The U.S.A. is not so much the melting pot that the Hollywood movies claim it to be. Whilst a big variety of ethnic communities exist, they rarely interact, socialise, marry or tolerate each other as opposed to Europe where you see that happen more often.

If you happen to visit the south or the midwest, if you are not blonde and if you speak English with an accent, you are easily marginalised and subjected to questions like “When are you planning to go back to your country?”

The lack of interest toward the rest of the world, other cultures, elegance and the general ignorance can be quite frustrating at times.

But it doesn’t change the fact that the U.S. can still be a fascinating place. My opinion may (actually must) have been influenced by the fact that the period during which I lived there coincided with the George W. Bush administration, which greatly influenced locals’ views towards non-blondes and accented English speakers.

Unfortunately, I still haven’t had the chance to visit California and despite the fact that I don’t miss my time in the U.S. at all, I would like to see the region.

Nothing beats the amazing Chinese and Mexican food you can eat there. Still to this day, nowhere else in the world I have come across the same quality of Chinese and Mexican food.

The topic of food automatically brings wastage to my mind. The amount of food that is wasted and the general attitude towards consumption of anything you can ever think of (energy, oil, cloths, electronics – you name it) are very sickening.

New York City is fantastic for cultural activities such as musicals and museums and so is Washington, DC, especially with the Smithsonian museums. But in New York, you must watch out for cat-sized rats in the subway and sometimes even on the streets.

Americans are lucky that their country has so much to offer in terms of variety of climates and natural landscapes. Newport in Rhode Island is a lovely seaside town from where you can go whale watching. The country has beaches, beautiful dense forests, rich fauna, variety of wild animals, mountains, deserts, scorching summers as well as thick white winters…

All in all, the good, the bad, the beautiful and the ugly are all in this country.

Born in the U.S.A….

Yıllar boyunca ABD bende gizem ve heyecan oluşturan bir yer olmuştur. Doğduğum ama henüz bir bebekken ayrıldığım bu ülke, gençken bende "eğer olsaydı" hayallerine sebep olmuştur.

Eğer ailem ben küçükken buradan ayrılmasaydı ne olurdu?

Eğer orada okula gitseydim…?

Eğer orada arkadaşlarım olsaydı…?

Eğer ve neden olmasın?

Ailemin ABD’de geçirdikleri yıllarla ilgili güzel anıları olduğundan, bu ülke hakkında çok olumlu bir izlenimim vardı. Daha gençken, hala umut doluyken ve tüm fırsatların hala beni beklediğini zannederken, başarmak ve elde etmek istediğim herşeyi bu ülkede gerçekleştirebileceğimi zannederdim.

Kuşkusuz, gerçek tamamen farklı. Bu sadece ABD’den değgil; hayatın kendisinden de kaynaklanıyor.

Yirmili yaşlarımın başındaki ABD'deki yaşamim, gözlerimi açtı ve bana hayat, rendim. ve insanlar hakkında çok şeyler öğretti.

Daha genel olarak, hayranlarının ve nefret edenlerinin çok olduğu bu ülke, tam bir çelişkiler ve mesafeler yurdu olsa da, beğenmek zor değildir.

New York gibi şehirler heyecan verici iken, Windsor - Connecticut, Charlotte - Kuzey Carolina son derece sıkıcı. Boston, Philadelphia, Washington, DC gibi tarih açısından zengince, kültür hayatının ve müzelerin mevcut olduğu Avrupai şehirler bulunurken, Virginia'daki Richmond ve Williamsburg gibi diğer tarihi kentler oldukça ruhsuz. Ve Virginia Beach ve Atlantic City gibi yerler düpedüz kalitesiz.

Arabanız ve ev kredinizi ödemenizi sağlayan iyi bir işiniz varsa burada hayat rahat olabilir. Ama NYC, Washington, Boston, Chicago, Philadelphia gibi büyük kentlerin dışında kaldırım olmamasından sokakta yürümek mümkün değil.

Eğer müze ve kültürel etkinliklerin gerçekleştiği bir yerde bulunuyorsanız şanslısınız. Değilse sosyal hayatınız sadece restoran ve alışveriş merkezlerine gitmekten ibaret olur. Ya da, gün boyunca kapalı ortamlarda televizyon izlemeye mahkûm olursunuz.

Hollywood filmlerinde gösterilmeye çalışıldığı gibi ABD hiç de bir “melting pot” değil. Farklı etnik toplulukların bulunduğu doğru olsa da, bu topluluklar nadiren görüşüyor, beraber sosyalleşiyor, evleniyor ya da birbirlerine tahammül ediyor. Halbuki Avrupa'da bunlara daha sık rastlamak mümkün.

Eğer sarışın değilseniz ve aksanlı bir İngilizce konuşuyorsanız; üstüne üstlük ülkenin güneyinde veya orta bölgelerinde bulunuyorsanız, kolayca dışarı itiliyorsunuz ve şuna benzer sorulara maruz kalıyorsunuz: "Ne zaman ülkene geri gitmeyi planlıyorsun?"

Dünyanın geri kalanına, farklı kültürlere, zerafete yönelik ilgi eksikliği ve genel cehalet zaman zaman oldukça sinir bozucu olabilir.

Yine de ABD büyüleyici bir yer olabiliyor. Olumsuz düşüncelerimin oluşmasında en önemli etken, orada yaşadığım dönemin George W. Bush yönetimi ile çakışması olmalı. Bu dönem yerel halkın sarışın olmayanlar ve aksanlı İngilizce konuşanlara karşı görüşlerini etkilemişti.

Kaliforniya’ya hiç gitme şansım olmadı ama ABD'de geçirdiğim zamanları hiç özlemesem de bu bölgeyi görmek için ülkeye geri dönmek istiyorum.

Dünyadaki en lezzetli Çin ve Meksika yemeklerini ancak ABD’de yiyebilirsiniz. Bugüne kadar hala dünyanın başka hiçbir yerinde ABD’deki Çin ve Meksika yemeklerinin kalitesine rastlamadım.

Yiyecek konusu açılınca otomatik olarak aklıma israf geliyor. İsraf edilen gıda miktarı ve tüketime yönelik genel tutumun (enerji, petrol, giyim, elektronik – aklınıza ne gelirse) çok mide bulandırıcı olduğunu düşünüyorum.

New York müzikaller ve müzeler gibi kültürel faaliyetler için harika. Washington, DC’nin Smithsonian müzeleri de öyle. Ama New York metrosunda hatta bazen sokakta kedi büyüklüğündeki sıçanlara dikkat etmek gerekir.

Amerikalılar ülkelerinin iklim ve doğal peyzaj çeşitliliği açısından şanslı. Rhode Island’daki güzel sahil şehri Newport, balina izlemek icin uygun bir yer. Ülke hem kalın beyaz kışlar hem kavurucu yazlar sunarken, aynı zamanda güzel gür ormanlara, zengin bitkilere, yabani hayvanlara, plajlara, dağlara, çöllere sahip.

Sonuçta, iyi, kötü, çirkin ve güzel hepsi bu ülkede mevcut.

Friday, 6 August 2010

Ireland

The “Emerald Island”, true to its name is really emerald. The most dominant feature of the land is the rich and luscious green. Despite the weather being greyer and rainier than England even during the summer months, its reputation is not as bad as its neighbour across the Irish Sea.

Perhaps because the stunning natural landscape, the bubbly and friendly people, angelic music and dance overshadow the climate.

Whilst Dublin is not that different than any other European city, it is the places outside the capital, which make Ireland what Ireland is.

A short drive away from Dublin, Glendalough is a mysterious small town with lots of Celtic heritage. But again, the beauty of the hills, woods and streams may distract you from the historical artefacts.

If you happen to find the Celtic maze in the small flatland across the little town shop, make sure you take a solitary walk on it whilst meditating and reflecting on the meaning or your purpose of life.

This maze was built by a group of volunteer students from an American university and my husband was one of them. We had the chance to visit the maze a couple of years after my husband built it and I thoroughly enjoyed my meditative walk on it. My conclusion…It was actually quite simple. When I reached the end of the small maze after about 20 minutes, I had my answer. And it was “generosity.”

Whilst in Glendalough, we were very kindly invited for dinner in the lovely small cottage of a very spiritual and long-bearded professor, Kevin whom my husband had met during his previous visit. Kevin’s fiancée at the time (now wife), Una had prepared a lovely stew dish for us. I have to say, she looked a lot like Sinead O’Connor. I remember the heavy rain hitting the windows of the small cottage whilst we were having dinner. I was absolutely delighted by the charm and authenticity of the whole atmosphere.

Aran Islands, which are at the most western corner of the island, are worth a visit for the real Irish experience. On our way to Inis Mor (one of the Aran Islands), we passed by Irish villages with red and blue door – white cottages and another city, Galway before we took our ferry.

You can rent a bike to go around Inis Mor. On this island with a history of whaling, you can come across sea lions on the beaches, amazingly magnificent sheep, eat in the only restaurant of the island, and drink warm whisky or Guinness in the only Irish pub whilst listening to the islanders sing local tunes. The highest peak of the island is also worth the trek. Beware the gustily winds though as they are strong enough to fly a bull to the ocean. Visitors need to crawl on the ground to move to the edge of the peak to witness the high waves of the Atlantic Ocean. Quite an exhilarating experience!

İrlanda

"Zümrüt Adasi", ünvanına yaraşır bir şekilde gerçekten zümrüt yeşilinde. ülkenin en baskın özelliği, zengin yeşille kaplı olması. Hava yaz aylarında dahi Ingiltere’den daha gri ve yağmurlu olmasına rağmen, itibarı İrlanda Denizi ötesindeki komşusu kadar kötü değil.

Belki de çarpıcı doğal peyzaj, dost canlısı halk, muhteşem İrlanda müziği ve dansı iklimin bu özelliklerini gölgeliyor.

Dublin herhangi bir Avrupa kentinden farklı değil, ancak İrlanda’yi İrlanda yapan, başkent dışındaki yerler.

Dublin’e kısa mesafede olan Glendalough, Keltik mirasıyla dolu gizemli ve küçük bir kasaba. Fakat yine de, tepelerin, ormanların ve akarsuların güzelliği tarihi eserleri gölgeleyebilir.

Eğer kasabadaki küçük ana dükkanın önündeki Keltik labirentini bulursanız, bu labirentte hayatın anlamı ya da yaşam amacınızı kavramak için bir meditasyon yürüyüşü yapın.

Bu labirent bir Amerikan üniversitesinden gelen gönüllü bir grup öğrenci tarafından inşa edildi. Eşim de onlardan biriydi. Labirentin inşasından sonra eşimle labirenti beraber ziyaret etme fırsatımız olduğunda ben de meditasyon yürüyüşümü yaptım. Erdiğim sonuç aslında oldukça basitti. Bu küçük labirentteki yaklaşık 20 dakikalik yürüyüşümden sonra vardığım cevap "cömertlik”ti.

Glendalough’dayken, uzun gri sakallı ruhani profesör Kevin tarafindan nazikçe küçük kulübelerinde akşam yemeğine davet edildik. Eşim Kevin’i İrlanda’ya yaptığı önceki ziyaretinden tanıyordu. Kevin'in o zamanki nişanlısı, (şimdi eşi), Una bizim için hoş bir tavuk yahnisi hazırlamıştı. Una’nın Sinead O'Connor’a tıpatıp benzediği dikkatimi çekmişti. Küçük kulübede yemeğimizi yerken, sağnak yağmurun pencerelere sert vuruşları aklımda kalmış bugüne kadar.

Aran Adaları, adanın en batı köşesinde ve gerçek İrlanda deneyimi için ziyaret etmeye değer. Galway şehrinden feribota binmeden önce Inis Mor (Aran Adaları’ndan biri) yol üstünde kırmızı ve mavi kapılı beyaz kulübelerden oluşan İrlandalı köylerinden geçmiştik.

Inis Mor’da zevkle dolaşmak için bisiklet kiralayabilirsiniz. Balina avcılığı geçmişi olan bu adada, plajlarda deniz aslanlarına rastlayabilir, inanılmaz muhteşemlikte koyunlarla karşılaşabilir, adada sadece bir tane bulunan restoranda yemek yiyebilir ve adada yine sadece bir tane bulunan İrlanda pubında sıcak viski veya Guinness içerken, adalıların aniden söylemeye başladıkları yerel şarkıları dinleyebilirsiniz. Adanın en yüksek zirvesine de gitmelisiniz. Güçlü rüzgarlar bir boğayı uçurup okyanusa atacak kadar kuvvetli. O yüzden dikkat etmelisiniz. Ziyaretçiler düşmemek icin emekleyerek tepe kenarına ulaşıyor ve Atlantik Okyanusu'nun yüksek dalgalarına tepenin en ucundan tanık oluyor. Oldukça heyecan verici bir deneyim!